9.Bölüm : Ece
*O benim yağmurdan güneşe çıkışımdı.*
(6 Eylül, Büyük Konsere 4 Gün Kala)
“Günaydın Türkiye. Bugünün bombalarına hazır mısınız?” Günlerden Cumartesi’ydi. Yani dünden farksız bir gün daha... Evden çalışıyorsanız haftasonlarının bir önemi kalmıyordu, sizin için her gün aynıydı. Oysa bugünün diğer günlerden bir farkı vardı, o da ben yatağımdan kalkarken titreyen telefonuma gelen mesajın yarattığı farklılıktı...
“Kimden : Efe Duran”
“Günaydın, komşu. Kahvaltıya bekliyorum.”
Hayatımda ilk defa birinin “Günaydın.” mesajıyla başlamıştım güne. Üstelik mesaja bir de kahvaltı fotoğrafı eklenmişti. Balkondaki masasına güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Gözlerim birkaç saniye fotoğrafın üzerinde gezindikten sonra derin bir iç çektim. Gitmeli miydim? Bu işin sonu benim duygusal olarak zayıf düşmem ve onun bana arkadaş gözüyle bakmaya devam etmesiyle sonuçlanabilir miydi?
“Geliyorum, komşu.”
Efe’ye cevap yazar yazmaz yatağımdan kalkıp banyoya girdim, hızla elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra üzerime uzun mor hırkamı geçirdim. Evet, yine mor. Saçlarımı güzelce taradım ve telefonumu da alıp evden çıktım. Üst kata çıkarken yüzümde yine aynı salak gülümseme vardı, fakat bu sefer bu gülümsemenin altında bir de korkular yatıyordu. Tüm korkularımı kucağımda taşıya taşıya kapısına kadar gittim. Kafamda binlerce soru işareti vardı. Ona karşı kendimi öfkeli, temkinli ve korku dolu hissediyordum. Elimi kaldırdım, zili çaldım ve beklemeye başladım. Sanki her an kapıyı bir kadın açıp Efe’nin sevgilisi olduğunu söyleyecek gibi hissediyordum. Fakat bu sefer kapıyı Efe’nin sevgilisi olduğunu iddia eden biri açmadı. Bu sefer kapıyı Efe açtı. Ne şaşırtıcı, değil mi?
“Günaydın...” diye mırıldandı, hızlıca bir duşa girip çıktığı elindeki havluyla kurutmaya devam ettiği nemli saçlarından belliydi.
“Günaydın.” O sırada dışarıda bir gök gürledi. İçeriye doğru bir adım attım ve soğuk sabahın karanlık gökyüzü bir şimşekle aydınlandı.
“Balkonun camlarını kapatayım, yağmur geliyor...” Efe hızla balkona doğru ilerlerken ben de peşinden ilerledim.
“İyi uyudun mu?” diye sordu, “Balkonda uyumamana sevindim.”
“Ben içeri girene kadar beni izledin herhalde.” diye mırıldandım sandalyelerden birine otururken.
“Bunun doğru olmamasını çok isterdim ama maalesef, tam olarak öyle yaptım...” Kendimi tutamayıp gülümsedim. O sırada dışarıda çok şiddetli bir yağmur başladı.
“Hırka alıp geliyorum, sana da bir battaniye getireyim...”
“Gerek yok, iyiyim ben.”
“Gerek var.” Efe beni dinlemeden içeri girdiğinde arkasından gülümsüyordum. Uzandım ve masada duran çaydanlıktan ona ve kendime birer fincan çay koydum. O sırada Efe hırkasını giymiş bir şekilde geri döndü ve omuzlarıma bir battaniye sardı. Karşıma oturup çayından bir yudum aldı. O sırada gözlerim fincanı tutan eline kaydı. Eli morarmaya yakın bir derecede kızarmıştı.
“Eline ne oldu?” diye sordum merakla.
“Bir şey olmadı. Omlet alır mısın?” dedi ve omlet yaptığı tavayı bana doğru uzattı. Kaşlarımı çattım.
“Bir şey olmuş. Ama anlatmak istemiyorsan seni anlarım...” Elindeki tavaya uzandım.
“Bir sorun yok, bunu bilmen yeterli.”
“Anladım...” dedim bozularak, bir şey vardı ve bunu benim bilmemi istemiyordu. Beni özel hayatına dahil etmek, bana bir şeyler açıklamak istemiyordu. Haklıydı, ben kimdim ki?
“Sahte sevgilin nasıl? İyi mi?” diye soruverdim bir anda.
Harikasın Mine...
Sağ ol, İç Ses. Seninle anlaşamadığımızı sanıyordum.
Giderek bana benziyorsun. Böyle devam edersen çok iyi anlaşacağız.
Allah korusun İç Ses.
“Bilmiyorum,” dedi, “Umurumda olduğunu mu sanıyorsun?”
“Bilmem, dün gece saat 2’ye kadar buradaydı. Belki de umurundadır.” Efe uzun uzun yüzüme baktı.
“Buradalardı, o ve prodüksiyon şirketimden birkaç kişi. Üstelik sen onların gittiği saati nereden biliyorsun? Uyumayıp bekledin mi?” Utanarak başımı eğdim.
“Omlet güzelmiş.” diye mırıldandım. Efe başını salladı.
“Güzeldir. Sana soru sormamı istemiyor musun?” dedi, “Basit bir soru sordum aslında. Uyumayıp bekledin mi?”
“Ben de sana buraya oturduğum an çok basit bir soru sormuştum, eline ne oldu?”
“Bunun cevabını seninle paylaşmak istemiyorum, bu o kadar basit bir soru değil.”
“Tamam, madem söylemek istemiyorsun söyleme. Ben sana sorduğun sorunun cevabını vereyim Efe, evet uyumayıp bekledim. Onlar giderken koşarak balkona çıktım ve onları gizlice izledim. Fakat sonra ne oldu biliyor musun?” dediğim sırada Efe gözlerini benden kaçırdı, “Sen de onların ardından çıktın ve arabana binip gittin. Nereye gittiğini tahmin etmek zor değil.” Kurduğum son cümle ile birlikte hayal kırıklığı içinde gözlerini devirdi.
“Nereye gitmişim?” diye sordu başını kaldırıp bana hayal kırıklığı içinde bakarken.
“Sahte sevgilinin evine gitmiş olabilir misin, sadece soruyorum. Bak, yanlış anlama. Sana kızgın değilim, öfkeli değilim, zaten sana neden kızgın olayım ki? Ben kimim? Biz arkadaş olmaya çalışan iki insanız. Fakat en azından bana yalan söyleme, sen bana yalan söylerken ben seninle arkadaş olamam.”
Aynen Mine, kızgın değilsindir.
“Onun evine filan gitmedim.” dedi kontrol etmeye çalıştığı öfkesinin altında ezilerek.
“Tamam, madem öyle...”
“İnanmadın, değil mi?”
“İnanmadım ama bir önemi yok. Boş ver, konuyu kapatalım.” Efe öfkeyle gülümsedi. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
“Babanın evine gittim.” dedi bir anda. Kaşlarımı çattım. Yüzüne şok içinde baktım.
“Ne?” deyiverdim zar zor. Ciddi olabilir miydi?
“Babanın evine gittim...” diye tekrar etti, gözlerim kıpkırmızı olmuş hatta morarmaya başlamış sağ yumruğuna kaydı.
“Sen...” dedim zar zor, “Onu nasıl buldun? Neden yaptın bunu?” Efe tahammülsüzce başını kaldırdı.
“Yapmak istedim ve yaptım. Geçerli bir sebebe ihtiyacım mı var?” Ne diyeceğimi, ne hissedeceğimi, ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Şok içinde kalakalmıştım.
“Bir kardeşin olduğunu biliyor muydun?” dedi bir anda, “Beş yaşında bir kız çocuğu...”
“Ne?” dedim bir kez daha şok içinde.
“Babanın beş yaşında bir kızı var, senin de bir kardeşin. Bunu babanı araştırırken öğrendim, biraz sordum soruşturdum. Anlatacaklarımdan sonra sakin olmanı istiyorum, öğrendim ki baban kız kardeşine de sana yaşattıklarını yaşatıyormuş. Bunu bütün komşuları anlatıyor... Kızın annesi onları doğumda terk etmiş. Kız perişan haldeymiş.” Kalbim ağzımda atıyordu. Gözlerimdeki yaşlar bile titriyordu. Şok içindeydim, acı içindeydim.
“Sen... ciddi misin?” deyiverdim titreyen sesimle.
“Ciddi olmamayı, bunların doğru olmamasını dilerdim Mine. Ama maalesef ciddiyim.”
“Benim... bir kardeşim mi var?” dediğim an gözlerimden akan yaşlarla birlikte elimi boğazıma götürdüm. Hissettiğim acı boğazımda toplanmıştı.
“Evet.” dedi Efe, onun gözleri de dolmuştu.
“İsmi ne?” diye sordum titreyen sesimle.
“Ece...” dedi gülümseyerek. Gözlerimden akan yaşlarla birlikte onun gülüşüne karşılık verdim. İkimiz de acı içinde gülümsüyorduk.
“Ece...” diye tekrar ettim, “Ece...” Bu inanılmaz bir acıydı. İçim içime sığmıyordu. Yerimde durmak istemiyordum. Ayağa kalktım.
“Benim gitmem lazım.” dedim acı içinde.
“Gitmen lazım değil.” dedi Efe.
“Gitmem lazım, o da benim yaşadıklarımı yaşamayacak.” İçeri doğru bir adım attığım sırada Efe arkamdan seslendi.
“İçeride uyuyor.” diye mırıldandı. Ona şok içinde döndüm.
“Ne?” diye sordum.
“Babanı dövdüm, kardeşini alıp sana getirdim. İçeride uyuyor.”
Efe karşımda durmuş hayatımda gördüğüm en korumacı ses tonuyla bana benim kaderimi yaşayan bir kardeşim olduğunu ve onu kurtarıp bana getirdiğini anlatıyordu. Ruhum acıların en büyüğünden ferahlıkların en derinine ulaşırken gözlerim Efe’nin gözleriyle buluştu. Kendi kendime karşımdaki insanın gerçekten karşımda olup olmadığını sorguladım. Rüya mıydı, hayal miydi, kafamda kurduğum bir karakter miydi Efe? Bir hayal de bir rüya da bu kadar güzel olamazdı. Zira benim kafam bu kadar güzel bir karakteri yaratacak güzelliklerle de dolu değildi. Şu andan itibaren ne olurdu, ne yaşanırdı bilmiyordum. Hiçbir şey umrumda da değildi. Bildiğim tek bir şey vardı, Efe bana bu dünyada iyilik denen şeyin gerçekten var olduğunun en büyük kanıtıydı. Efe benim karanlıktan aydınlığa, soğuktan sıcağa, yağmurdan güneşe çıkışımdı.