25.Bölüm : Rengarenk Acılar

Beyza Alkoç

*Sen bırak tutunmayı, dünya bizi sarmalar.*

Efe kapımıza gelip Ece ve beni beklerken Ece gecenin yıldızıymış gibi heyecanlıydı. Omuzlarıma geçirdiğim beyaz şalım ve beyaz el çantamda bir yandan Ece’nin elini tutuyor bir yandan da kapıya doğru yürüyordum. Kapıyı açar açmaz ben Efe’ye, Efe de bana hayranlıkla bakakaldı. İnanılmaz görünüyordu.

“Nasıl olmuşum!” diye sordu Ece heyecanla.

“Harikasın prenses.” dedi Efe, oysa gözleri benim üzerimdeydi. Gülümsedim.

“Peki ben?” deyiverdim bir anda, “Ben nasıl olmuşum?”

“Her zamanki gibi.” dedi gülümseyerek. O an yüzüne bozularak baktım.

“Her zamanki gibi mi? Ama beni çoğunlukla pijamalarla, eşofmanlarla görüyorsun...” dedim hayal kırıklığı içinde.

“O kadar güzelsin ki kıyafetlerin bunu değiştiremez. Çünkü maksimumdan daha yukarısı yoktur...”

Yüzüne o kadar etkilenmiş bakıyordum ki neredeyse Efe Duran’a bir fan hesabı açmak üzereydim. Keşke bunu sadece hayran olduğumuz ünlülere değil gerçek hayatta tanıdığımız insanlara da yapabilseydik. Mesela çok sevdiğimiz bir arkadaşımıza fan hesabı açabilseydik, aşık olduğumuz insana, ailelerimize... Çünkü Efe benim hayran olduğum bir ünlü değildi, o benim aşık olduğum insandı.

Birlikte arabaya geçtiğimizde Efe tarihe konserine en geç giden sanatçı olarak geçebilecek kadar rahattı. Doğru düzgün bir prova yapmadan, bir seyirci gibi gidiyordu kendi konserine. Oysa yüzü gülüyordu, mutluydu. Bu gece son konserini verecekti, şarkılarını son kez bir sahnenin üzerinden binlerce insana duyuracaktı. Kafamın içinde ona engel olabilecek bir sürü plan vardı ama artık bunlardan birini yapmalı mıydım bilmiyordum. Efe o kadar mutlu görünüyordu ki içimden bir ses ona dokunma diyordu.

Kim? Ben mi? Ben öyle bir şey demedim, Mine.

“Alana girdiğimizde izdihamla karşılaşabilirmişiz. Menajerim yazmış. O yüzden yine aynı şekilde hareket edeceğiz. Arka kapıda indiğimizde beni prova odasına götürürlerken sizi kulise götürecekler. Bu sefer konseri sahne arkasından izleyeceksiniz.”

“Neden?” diye sordum merakla, “Seyircilerin arasında da olabiliriz.”

“Ben sahnede olmanı istiyorum.” dedi, “Bu yüzden orada olacaksınız.”

“Tamam...” diye mırıldandım, bu gece onun gecesiydi, “Peki kararlı mısın?”

“Hangi konuda?”

“Müziği bırakma konusunda. Bu gece onlara bunu açıklayacak mısın? Bu senin veda gecen mi olacak?”

Efe cevap vermedi. Radyonun sesini sonuna kadar açtı, çalan kendi şarkılarından biriydi. Benim aklım ise tamamen benim için yazdığı şarkıyla doluydu. Melodisini, sesini, tüm sözlerini o kadar merak ediyordum ki bu gece beni heyecanlandıran tek şey buydu.

Radyoyu dinleyerek geçen yolculuğun sonunda alana yaklaştığımızda kalabalığı görünce elimi kalbime götürdüm. Burada bir izdiham vardı, belki daha önce hiç görülmemişçesine bir izdiham vardı. Tek korkum Efe’ye bir zarar gelmesiydi. Müziği bıraktığını açıklarsa ortalık karışabilirdi.

“Efe,” dedim, “Eğer müziği bıraktığını burada, bu konserde açıklarsan...” Ben cümlemi tamamlayamadan Efe’nin telaşlı güvenlik ekibi arabamızın önünü kesip kapılarımızı açtı.

“Sizi hemen almamız lazım, kalabalık çok büyük!”

Ondan sonrasına dair hatırladığım tek şey yine hüzünlü bir karmaşanın ortasında Efe ile ayrı kaldığımızdı. Alınıp prova odasına götürülürken bana dönüp baktığını, bizi kontrol ettiğini gördüm. Ona başımı salladım, iyi olduğumuzu söylemeye çalıştım. Onu alıp götürdüler, bizi de kulise bıraktılar. İşte bu karmaşa Efe’nin hayatına dair en üzücü şeydi. Çoğu sanatçı bundan mutluluk duyuyordu ama Efe bunu değil, müziği seviyordu. Titrek bir nefes aldım. Onu uyarmak istiyordum. Bu konser bunu açıklamak için doğru konser değildi. Dışarıda bağıran, ağlayan binlerce hayranı vardı. Bunu bir basın toplantısında açıklamalıydı. Onu seven insanların önlerine geçip müziği bıraktığını açıklayamazdı. Bu aptallık olurdu. Ece kulisin koltuğunda oturmuş meyve suyu içip televizyon izlerken elimdeki telefonumda Efe’ye mesaj yazıyordum.

*Kime : Efe Duran.*
“Efe, beni dinle. Kalabalık çok heyecanlı, müziği bıraktığını söylemek için doğru yer burası değil. Ortalık karışabilir. Yıllardır magazin yazarlığı yapıyorum, biliyorsun. Bana güven ve bunu burada yapma.”

Efe’den mesaj gelmedi. Konsere dakikalar vardı. Telefonunun yanında olup olmadığını bile bilmiyordum. İçimdeki korku dolu titremeyi hissedebiliyordum. Açılan kapı beni umutlandırırken gelenin Efe’nin menajeri Bora olduğunu gördüm. Acaba durumdan haberi var mıydı? Efe kararından ona bahsetmiş miydi?

“Mine Hanım, sizi sahnenin arkasındaki locaya alacağım. Efe de birazdan çıkacak.”

“Tamam, peki. Eh, şey...” dedim duraksayarak.

“Buyurun.”

“Benim Efe ile konuşabilme imkanım var mı?”

“Şu an hayır.” dedi, “Çünkü sahneye çıkmak üzere. Sizi bir an önce almam lazım. Eğer ara verirse o esnada konuşabilirsiniz. Bir sıkıntı mı var? Benimle de paylaşabilirsiniz.”

“Yani... Sıkıntı değil...” diyerek lafı eveleyip geveledim, sanırım ona bu durumdan bahsetmemeliydim çünkü bilmiyor gibi görünüyordu, “Sorun yok. Sadece şans dileyecektim.” dedim.

“Tamam o zaman, hadi geçelim.”

Ece’nin elini tutup Bora’nın peşinden ilerlediğim sırada içimdeki korku hissini durduramıyordum.

“Bu kalabalık normal mi?” diye sordum Bora’ya.

“Beklentimizin çok üstünde. Biletlerin tamamı satılmıştı ama biletsiz gelip salonun dışında biriken insanlar konusunda ne yapacağımızı düşünüyoruz. Durum bir felaket...” dedi ter içinde. Başımı salladım.

Tam o an sahnenin girişinde seyircilerin bizi göremeyeceği ama bizim hem seyircileri hem Efe’yi görebileceğimiz bir locaya oturtulduk.

“Abla biz de mi şarkı söyleyeceğiz?” diye sordu Ece heyecanla.

“Evet tatlım, sen şarkını seç. Sırayla söyleyeceğiz.” dedim gülerek.

“O Ses Türkiye gibi mi?” dediğinde o kadar heyecanlıydı ki daha fazla devam etmek istemedim.

“Şaka yaptım güzelim. Biz şarkı söylemeyeceğiz. Biz sadece dinleyeceğiz.” Ece hayal kırıklığıyla sahneye dönerken Efe’nin gelişinin anons edilmesiyle birlikte duyduğumuz çığlıklar, patlayan havai fişekler, rengarenk ışıklar ve dumanlar Ece’nin korkup bana sarılmasına sebep oldu. Gülerek sahnenin çıkış kapısına baktım. Efe oradan çıkıp önündeki on binden fazla insana selam verirken gözleri benim üzerimdeydi, bunu görebiliyordum.

“Biraz korkunç. Öyle değil mi abla?” diye sordu Ece. Başımı salladım.

“Şöhret korkunç bir şey.” diye mırıldandım, “Ne kadar hayalini kurarsan kur, yaşamak bir kabus gibi.” Derin ve titrek bir nefes aldığımda gözlerim Efe’deydi. Ece heyecanla Efe’yi alkışlarken Efe’nin konuşmasını dinlemeye başladım. Gözlerim ona hayranlıkla bakıyordu.

“Merhabalar... Öncelikle hepinize bugün burada, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. Bugün sizlere olan tüm cümlelerimi şarkıların sonuna bırakacağım. Konuşacaklarım var, söyleyeceklerim var ama her şeyden önce müziğim konuşacak. Her zaman olduğu gibi, her yerde olduğu gibi. Ben Efe Duran... Ve bunlar benim şarkılarım.”

Efe çığlıklarla alkışlanırken konuşması sona erdi. Müzik devreye girdiği an Efe arkasını dönüp bana baktı. Ona gururlu bir gülümsemeyle baktım. Bana öyle bir gülümsedi ki koşa koşa gidip ona sarılmak istedim. Söyleyeceği ilk şarkı Kayıp Şehir’di.

Efe şarkılarına bir bir devam ederken heyecanım ve korkum giderek artıyordu. Kalabalığın coşkusu yükseliyor, gecenin tutkusu giderek katlanıyordu. Efe hiç ara vermeden tam yedi şarkı söyledikten sonra mikrofonu eline aldı ve konuşmaya başladı.

“Beni dinlediğiniz için sonsuz teşekkürler!” dedi. Yorgun ama heyecanlıydı, “Sizlerden on dakikalık bir mola rica edeceğim ve sonrasında sizlerle bir ilki yaşayacağız. Bir şarkımı ilk defa burada, sizlerin önünde seslendireceğim. Albümde değil, internet ortamında değil, burada duyacaksınız. Şarkının hikayesi mi yoksa şarkı mı daha etkileyici olacak bilmiyorum. Sadece on dakika sonra görüşmek üzere, hiçbir yere ayrılmayın.”

Efe konuşmasını yapıp sahne arkasına doğru döndü. Bize doğru yürürken bana gülümsüyordu. Gözlerim dolu dolu baktım ona. Birazdan hayatımın en unutulmaz anını yaşayacaktım.

“Efe Abi harikaydın!”

“Teşekkürler ufaklık!” Efe Ece’nin saçlarını okşadıktan sonra bana döndü. Bora Efe’ye su uzatırken ve bir sürü insan etrafında dolanıp bir eksiği olup olmadığını sorup dururken o bunca kalabalığın içinde bana bakıyordu.

“Efe...” dedim sessizce, “Biraz konuşabilir miyiz? İki dakika.” Normalde böyle bir anın ortasında onunla özel bir konuşma yapmak istemeyeceğimi biliyordu. O yüzden kaşlarını çattı. Gerildiğine emindim.

“Tabi.” dedi, “Bora Ece ile ilgilenir misin? İki dakika...”

“Tabi ki, hiç merak etmeyin.”

“Gel bakalım,” dedi Efe, “Şurada konuşalım.”

Beni bir kapıdan geçirip açık havaya çıkardı. Burası gizli bir sigara içme alanı gibiydi, yerler küllerle doluydu. Acele etmem gerektiğinin farkındaydım.

“Efe, sözümü kesmeden dinle beni. Biliyorum müziği bırakmak istiyorsun ama bu doğru zaman değil. Dışarıdaki kalabalığı görmüyor musun? On binlerce insan senin için çığlık çığlığa, onlar sana hayran.””

“Bu bana bir şey ifade etmiyor.” dedi Efe soğuk kanlı bir tavırla.  

“Neden?” diye sordum endişeyle, sanırım müziği bırakma konusunda kararlıydı.

“Hiçbir zaman on binlerce insanın önümde, arkamda, sağımda, solumda oturup beni ve şarkılarımı dinlemesini dilemedim, hiçbir zaman bunun hayalini kurmadım.” dedi gözlerimin içine bakarak, “Ama şimdi ilk defa bunun hayalini kuruyorum... Tek bir farkla. On binlercesinin değil. Senin... Sadece senin beni dinlediğini hayal ediyorum Mine. Etrafımda kaç kişinin olduğu önemli değil. Tüm o kalabalığın ortasında benim gözlerim sadece seni arıyor. Tüm o gürültünün arasında beni dinlendiren tek şey senin sessizliğin... On binlerce insan etrafımda oturmuş beni izliyor, ben ise seni..." dediğinde gözlerimin dolduğunu hissettim.

“Ben seni hep dinleyeceğim ama bu akşam burada bu kadar insanın önünde müziği bırakacağını açıklarsan sonuç tahmin edebileceğin gibi olmayacak Efe.” dedim dolu gözlerle, “O insanları görmüyor musun? Bariyerleri aşmaya çalışanları. Eğer bu akşam burada müziği bıraktığını söylersen burası karışır Efe. Anlıyor musun? Senin için çalışan insanlar ne seni koruyabilirler ne de kendilerini. Burayı yıkarlar.” dedim gözlerinin en içine bakarak. Yutkundu. Hiçbir şey söyleyemeden kapı açıldı. Gelen Bora’ydı.

“On dakika doldu, seni bekliyorlar. Bariyerleri aşmamaları için zor tutuyoruz!” dedi gergin ve endişeli bir sesle. O an Efe’nin gözleri bir kez daha bana döndü.

“Geliyorum.” dedi Bora’ya.

“Efe, söylediklerimi unutma!” dedim ona son bir kez daha, yalvarırcasına.

Efe yanımdan alınıp götürülürken ellerim titriyordu. Peşlerinden gidip içeride beni bekleyen Ece’nin elini tuttum ve onu yerimize götürdüm. Oturup Efe’yi izlemeye devam ettik.

“Abla, ne oldu? Sen kıpkırmızısın!”

“Bir şey yok tatlım. Sadece heyecanlandım.” Gergin bir nefes verdim ve Efe’ye döndüm. Sahneye çıkmıştı, çıktığını anlamak için ona bakmaya gerek bile yoktu. Çığlık sesleri kendini ele veriyordu. Efe’nin tüm o spot ışıklarının arasında bir kez daha arkasını dönüp bana baktığını gördüm. Endişeliydi. Ona güven vermek istercesine gözlerimi kırptım.

“Tekrar merhabalar.” dedi önündeki mikrofona doğru, “Şimdi size hayatımda tanıştığım en özel hayat hikayesinden bahsedeceğim. Mine’nin hikayesinden.”

Adını dudaklarımdan duyduğum an benim miladımdı. Hayatı boyunca anonim olmayı tercih etmiş biri olarak on binlerce insanın önünde ismimi kullanması bile öylesine tuhaf bir histi ki bu hissi adlandıramıyordum.

“Abla baksana Efe Abi’m Mine dedi!” dedi Ece heyecanla. Ben ise kilitlenmiş gibi Efe’yi izliyordum.

“Kim bu Mine diyeceksinizdir... Mine’nin kim olduğunun önemi yok, en azından bu sadece beni ilgilendiriyor. Onu kendime saklamayı tercih ediyorum.”

Kalabalıktan ufak bir gülme sesi yükseldi. Heyecanla gülümsedim.

“Sizler için önemli olan Mine’nin cümleleri, onun ruhu. Mine bir anda hayatıma girdi, bir gün bana yıllardır günbatımını izlemediğini söyledi. Bir gün hayatında tanıdığı ilk rengin mor renk olduğunu anlattı. Mutsuzdu Mine, heyecansızdı. Ben insanları gözlemlemeyi severim, bilirsiniz. Mine’yi hep izledim. Bir gün bana kendi gerçeklerini anlattığımda hep bu anı hayal ettim. Herkese onun gerçeklerini anlatmayı, onun gücünü herkese duyurmayı hayal ettim. Mine renklerle vücudunda gördüğü morluklar sayesinde tanıştığını, renkleri o morlukları incelerken tanıdığını anlattı bana. Doğru tahmin ediyorsunuz, Mine babasından şiddet gören bir çocuktu. Çocuk esirgeme kurumuna bırakılıp o şiddetten uzaklaşana kadar...”

Efe durdu ve derin bir nefes aldı. Yerde duran bir şişe suyu eline aldı ve içip yere geri bıraktı. Konuşmakta zorlanıyor gibiydi. Seyirciler sessizleşmişti, ortama bir ölüm sessizliği hakimdi. Herkes nefesini tutmuş ve Efe’yi dinliyordu. Ya da şöyle diyelim, benim hikayemi dinliyorlardı. Mine’nin hikayesini... Gözlerimden akan yaşlar yüzümdeki sert ifadeyi değiştirmiyordu. İçimdeki yükün bir çoğunu da buraya, bu sahneye bıraktığımı hissediyordum.

“Bana yaşadığı her şeyi anlattığında deliye döndüm. Ona yalvardım, benden bir şey istemesini söyledim. Ne istese yapacaktım. O ise benden tek bir şey istedi. Ona bir şarkı yazmamı istedi. Acılarına ‘Rengarenk Acılar’ diyordu Mine. Çünkü ona kalırsa onlar rengarenkti. Benden ona bir şarkı yazmamı ve o şarkıya Rengarenk Acılar ismini vermemi istedi. Ben de ona bir şarkı yazdım ve o şarkıya Rengarenk Acılar dedim. Bu şarkı Mine’ye ve rengarenk acıları olan herkese gelsin.”

Seyircilerden çığlıklar yükselirken bayılmak üzereydim. Efe bana doğru döndü, bir kez daha bana baktı. Ağladığımı gördüğünde ona gözyaşları içinde gülümsedim. Ellerim ellerimdeydi. Kendi ellerimi tutuyor, kendimi rahatlatıyordum. Seyircilerin arasında bile ağlayanlar vardı, tam şu an evrenin tam bu köşesinde öyle yoğun bir duygu hakimdi ki bambaşka bir geceydi bu.

Sonra o ilk nota girdi. Bir enstrümanın sesi buruk çıkar mıydı? Bu notalar hüzünlüydü. Enstrümanlar bile üzgündü. Çocukluğumun kalp kırıklığı on binlerce insanın kulaklarındaydı. O an her şey silindi. Ben kaldım, Efe kaldı ve sanki çocukluğum da bizimleydi. Küçük Mine yırtık pijamalarıyla sahnenin bir köşesinde oturmuş morluk içindeki bacaklarını sallandıra sallandıra Rengarenk Acıları’nın şarkısını dinlemeye gelmişti sanki.

Sonra ilk cümle duyuldu Efe’nin sesinden.


“Biliyorum herkes tektir,
Hayat gibi bazen o rengareng-i ayaz.”
dedi Efe.


“Önce yağmur sonra güneş,
Sonra bize de gökkuşakları.”

dediği an salon bir kez daha sessizleşti. Herkes o kadar şarkıya odaklanmıştı ki alanda ve belki de şehrin gökyüzünde yankılanan tek ses Efe’nin ve notalarının sesiydi.

“Saydım ben,
Kaç günün o batımı bana yara gelir.
Ay gibi geceye ben sana deli,
Her şeyi silemedim.

Üstü tek renkten bi' gökkuşağı gibi,
Bi' anda gülmemiş,
Biraz benim gibi.
” dediğinde bana döndü ve buruk gülümsemeyle baktı.

“Dışarda tüm bütün evren,
Gerekse biraz direnmen,
İçinde gökyüzü var bense yarından beter.”

Ve o an benim ve herkesin beklediği o cümleler döküldü Efe’nin dudaklarından.“Sen bırak tutunmayı,
Dünya bizi sarmalar.”


“Deyim yerinde,
en içinde
Rengarenk Acılar...”

Bu öyle bir andı, öyle bir histi ki anlatamazdım. Efe benim çocukluğumu kurtarmıştı. Sanki bir anlığına kırmızı bisikletine atlayıp gelmiş ve beni o evden alıp götürmüştü. Sanki tüm acılarım silindi, artık canım yanmamaya başladı. Ruhum dindi, yaralarım o an iyileşti.

Size yemin ederim ki sahnenin köşesinde yırtık pijamaları ve yaralarıyla oturan hayali çocukluğum bana döndü ve gülümsedi.

O kız çocuğu iyileşti. O kız çocuğu özgürleşti. O kız çocuğu geleceğine dönüp gülümsedi.

Sanki attığım her adımda hayata tutunuyordum, asla özgür değildim, asla özgür hissetmemiştim. Dünyanın beni tutacağını hissedememiştim ve hep bir yerlere tutuna tutuna ilerlemiştim. Şimdi Efe karşımda durmuş on binlerce insanın önünde bana aynen şöyle diyordu, “Sen bırak tutunmayı, dünya bizi sarmalar.”

İnsan sadece yaralarını iyileştirmez, insan sadece geleceğini güzelleştirmez, insan sadece anına huzur vermez, insan geçmişini de iyileştirir. Ben bugün, bu gece, tam şu saniye geçmişimin iyileştiğine şahit oldum. Efe benim çocukluğumu iyileştirdi, Efe benim çocukluğumu gülümsetti.

Şarkı bittiği an insanlar öyle büyük bir coşkuyla tekrarını istediler ki Efe Rengarenk Acılar’ı bu gece tam üç kere söyledi. Her dinleyişimde aynı acıyı, aynı heyecanı, aynı huzuru hissettim. Üçüncü tekrar sona erdiğinde ise içim korkuyla doluydu. Bu Efe’nin bu gece söyleyeceği son şarkıydı. Tek dileğim beni dinlemeseydi, tek dileğim o açıklamayı bu gece yapmamasıydı. Önündeki kalabalığın bu gece burada nelere sebep olacağını göremeyecek kadar heyecanlıydı ama her şeyden öte bana güvenmeliydi.

“Şarkıda dediğim gibi...” diye söze girdi Efe, “İçinizdeki acıları biliyorum, tanıyorum. Mine’nin acılarının aynılarını yaşayanlarınız olduğunu tahmin ediyorum. Mine her birinizin kurtuluş adımı olsun. Bırakın tutunmayı çünkü dünya bizi sarmalar, güvenin dünyaya. Çocukluk fotoğraflarınızdan birini alın elinize, o fotoğraftaki o çocuğun saçlarını okşayın. Bu gece yanımda olan, olamayıp kalbiyle burada olan herkese sonsuz teşekkürler. Unutmayın, önce yağmur yağacak, sonra güneş açacak ve sonra gökkuşakları çıkacak. Ben Efe Duran ve bu gece benden bu kadar. İyi geceler dilerim.”

Efe’nin konuşması bittiğinde ve bize doğru döndüğünde şok içindeydim. Beni dinlemişti. Bana güvenmişti. Müziği bıraktığını açıklamamıştı. Kalbimdeki mutluluk ve huzur anlatılamayacak kadar yoğundu. Tek yaptığım hiçbir şeyi umursamadan ve ne yaptığımın bile bilinçsizliği içinde birkaç adım koşarak ona sarılmaktı.

Nerede olduğumuzu unutarak, kaç kameranın bizi çektiğinin farkında bile olmayarak sıkı sıkı sarıldım ona. Bu sarılmanın bize nelere mal olacağını bilmiyordum ama karşıma çıkabilecek her şeye hazırdım. Tutunmayı bırakmıştım, tereddütlerimi ve korkularımı bırakmıştım.

Ne de olsa dünya bizi sarmalardı.

Biz rengarenk acıların savaşçılarıydık.