22.BÖLÜM : KIRMIZI GECE.

Beyza Alkoç
0

22.Bölüm : Kırmızı Gece.

Bugün o gündü. Kuzenim Vera’nın beni Hazar ile bir araya getirmek ve biraz olsun mutlu edebilmek için düzenlediği moral gecesinin günü... Ana salon ve bahçe kırmızı dekorlarla süslenirken evi yemek kokuları sarmıştı. Ben ise odamda benim için getirilmiş uzun, ihtişamlı koyu kırmızı elbisenin içinde oturmuş saçlarımı tarıyordum. Aynadan kendimi izleyen gözlerim uzun zaman sonra ilk kez bu kadar heyecanlı bakıyordu.

Kalbim bir yandan binlerce mil uzakta kalan evimi, sarayı ve ailemi düşünüp hüzünle doluyordu. Öteki yandan ise artık biraz olsun mutluluk hissetmeye ihtiyacım olduğunu biliyordum. Savaş devam ediyordu ve şükürler olsun ki aylardır saraydan kötü bir haber gelmemişti ve biraz olsun mutlu olmak, gülümsemek her birimizin hakkıydı. Tek dileğim ise sevdiğim herkesin hala iyi olmasıydı.

“Hazır mıyız?” Kapım sonuna kadar açıktı, kızlar hazırlanırken birbirlerinin odalarına giriyor, çıkıyor ve bu akşamı daha da neşeli bir hale getiriyordu. Kapıda görünen Vera’nın sorusuyla başımı ona çevirdim, beni görünce gülüşü büyüdü.

“İşte şimdi tam bir prenses olmuşsun.” dedi.

“Teşekkür ederim.” Gözlerimi mavi dantelli elbisesinin üzerinde gezdirdim, “Bu renk sana çok yakışıyor.” dedim gülümseyerek.

“Bu gece senin yanında hiçbirimizi görmeyecekler bile.” dediğinde kocaman gülümsüyordu. Dalgalı turuncu saçları omuzlarından aşağı dökülüyor ve bir şelaleyi andırıyordu.

“Herkes geldi mi?” diye sordum merakla ayaklanırken. Bir yandan da küçük pırlanta küpelerimi kulak deliklerime takmakla meşguldüm.

“Herkesten kastın şövalyeyse... Evet geldiler.”

“Sessiz ol!” dedim gülerek, “Herkes geldi mi derken gerçekten de herkesi soruyordum!”

Vera kıkırdadı.

“Merak etme, kimse duymaz. Hava o kadar güzel ki herkes bahçede. Yemek masasını bile oraya taşıdılar. Biz de geçelim mi? Yemek için seni bekliyorlar.”

“Tabi ki.” Başımı sallayıp nihayet küpelerimi takınca kapıya yöneldim. Uzun bordo elbisemin eteklerini tutup ağır ağır yürümeye daldım.

“Acaba seni görünce ne düşünecek,” dedi Vera fısıldayarak, “Yüz ifadesini çok merak ediyorum!”

“Beni her gün görüyor.” dedim.

“Her gün siyahlar içindesin Sara. Bu renk seni o kadar değiştirdi ki ben bile gözlerimi alamıyorum...”

Birlikte ana salondan geçtik. Salonun girişine kocaman bir Vegvisir bayrağı asılmış, koltuklar kırmızı şallarla süslenmişti. Odanın her yanında yanan mumlar salonu ışıl ışıl aydınlatıyordu. Mumların arasından geçip evin kapısına doğru ilerledik. Bahçeye doğru adımımı attığım an gördüğüm ilk şey büyük yemek masasının etrafına dizilmiş akrabalarımın arasında oturan dört şövalyemdi.

Hazar, Atlas, Deha ve Poyraz.

Masadaki tüm gözleri bana doğru çevrilirken büyük halamın yemeğe davetli dostlarının hakkımdaki fısıldaşmalarını duydum.

“Bu o mu?” dedi biri.

“Kehanetin bebeği!”

“Çok güzelmiş...” dedi bir diğeri.

“Ah, annesine çok benziyor...”

“Çok güzel bir kraliçe olacak...”

Hakkımdaki fısıldaşmalar devam ederken gözlerim merakla Hazar’ın gözlerine kaydı. Saçlarının dalgası yeni yıkandığını ele veriyordu, ben onun karşısında ilk defa siyahtan başka bir elbise giyerken o ise bu gece siyah giyinmeyi seçmişti. Gözlerinin beni baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. Dudakları belli belirsiz açık kalmış, kaşları çatılmış, bana hayranlıkla bakıyordu.

“Dibi düştü.” dediğini duydum yanımdaki Vera’nın. Ona şaşkınlıkla baktım.

“Böyle ilginç tabirleri nereden duyuyorsun?” diye sordum ona.

“Bilmiyorum,” dedi, “İçimden geliyor ama bence gelecekte çok sık kullanılacak bir tabir bu, bak görürsün!”

Kendimi tutamayıp sessizce güldüm, Vera ile birlikte yemek masasına doğru ilerlerken Hazar’ın bakışlarını kaçırdığını gördüm. Masanın en başındaki sandalye benim için ayrılmıştı, Vera’nın bahsettiği kız arkadaşı bahçeye çıkarılan piyanonun başına geçmiş çok hoş bir müzik çalıyordu. Masanın en başına oturduğumda bana bakan heyecanlı yüzler sanki onlara birkaç şey söylememi bekliyor ve istiyor gibiydi. Sessizce boğazımı temizledim.

“Bu akşam burada olan herkese teşekkürler,” dedim, “Umuyorum ki en kısa zamanda saraydan güzel haberler alacak ve bir moral gecesi değil, bir kutlama gecesi düzenleyeceğiz. Afiyet olsun.”

“Umarız Majesteleri!”

“En yakın zamanda Majesteleri!”

Güzel dilekler birbiri ardına sıralandıktan sonra önümde duran kızılcık şerbetinden bir yudum aldım. Buralarda o kadar güzel kızılcıklar yetişir ki sudan çok kızılcık şerbeti tüketilirdi.

“Hoş geldiniz Majesteleri!” dedi büyük halamın arkadaşlarından biri, otuzlu yaşlarda bir adam. Saçları koyu kumral, gözleri yeşildi ve sakalları yeni kesilmiş gibi görünüyordu.

“Siz hoş geldiniz.” dedim gülümseyerek.

Adam tam yanımda oturmasına rağmen bana biraz daha yaklaşabilmek için sandalyesini çekti. Vera ise diğer yanımda, adamın tam karşısında oturuyordu.

“Ben Sergey.” dedi, “Beni tanımadığınızı biliyorum lakin ben krallığınızın kontlarından biriyim. Sizinle tanışmak benim için bir şereftir.”

Adam elimi tutmak için bana elini uzatınca kibarlığına karşılık vermek için elimi ona uzattım. Elimi avucunun içinde nazikçe tutarak dudaklarına götürdü ve elime saygı dolu bir öpücük kondurdu. Ona başımı sallayarak teşekkür ettikten hemen sonra gözlerim Vera’nın yanında oturan Hazar’ın bakışlarını yakaladı. Bana mı öyle geliyordu bilmiyordum ama sanki öfkelenmiş gibi görünüyordu.

“Birazdan sizi dansa kaldırmak isterim,” dedi Sergey, “Müsaade ederseniz tabi.”

Hazar’ın boğazını temizleyerek önüne döndüğünü fark ettim.

“Ah, tabi.” dedim, “Bu gece herkes dans edecek.”

Adam gülümseyerek yemeğine döndüğü sırada Vera’nın bana olan bakışlarını yakaladım. Bana kaş göz işaretleriyle “BU ADAM DA NEREDEN ÇIKTI ŞİMDİ!” demek istediğine çok emindim. Ona çaresizce omuz silktim ve yemeğime döndüm.

Gece ilerledikçe sohbet koyulaşıyor, masadaki yemekler bir bir azalıyordu. Piyano öyle güzel çalınıyor, geceye öyle güzel bir atmosfer katıyordu ki ruhumun tazelendiğini hissediyordum. Müzik eserleri ardı ardına çalınıp bitiyor, bir yenisi başlıyordu.

“Sevgili dostlarım,” dedi Vera’nın piyanist kız arkadaşı bizlere dönerek, “Şimdiki parçayı aramızda bulunan sevgili prensesimize, geleceğin kraliçesine adamak istiyorum... Ve sizleri dans etmeye davet ediyorum.”

Herkes piyanisti alkışladığı sırada aklımda tek bir soru vardı, şimdi Sergey denen bu adamla mı dans edecektim? Derin bir nefes aldığım sırada Sergey’in ayaklandığını ve bana uzanan elini fark ettim. Önümde durmuş beni dansa davet ediyordu. Önce çaresizce Vera’ya baktım, o da bana aynı çaresizlikle bakıyor gibiydi. Vera tam o an bir aydınlanma yaşamış gibi bana baktı ve hemen sonra birdenbire Hazar’a döndü ve ona elini uzattı.

“Benimle dans eder misin şövalye?” diye sordu.

Hazar’ın gözleri önce beni buldu, ben ise gözlerimi kaçırdım ve Sergey’i daha fazla bekletemeyeceğimi bilerek ona elimi uzatıp ayağa kalktım.

Sergey beni elimden tutmuş nazikçe yemek masası ve piyanonun arasındaki dans alanına götürürken Vera ve Hazar da hemen arkamızdan geliyorlardı. Diğer şövalyeler, kuzenlerim, büyük halam ve dostları sırayla dansa kalkıyordu. Cırcır böceklerinin ötüşleri piyanonun muhteşem sesiyle birleşiyor, bize muhteşem bir konser veriyorlardı. Büyük halamın kedileri ve köpekleri ise dans eden insanların arasında neşeyle dolaşıyor, bizi izliyorlardı.

“Sizin için çok güzel demişlerdi...” dedi Sergey, bir eli elimde, diğer eli belimdeydi, “Fakat yalan söylemişler.”

“Öyle mi?” diye sordum, “Güzel değil miyim?”

Sergey gülümseyerek başını salladı.

“Sizin görünüşünüzü anlatmak için “güzel” çok yetersiz bir kelime olur. Siz cennetin yeryüzüne yansıması gibisiniz.”

Başımı utanarak sola çevirdim, yutkunup etrafıma bakındığım sırada Vera ile dans eden Hazar’ın bizi izlediğini fark ettim. Gözlerim gözlerini bulduğunda bakışlarını benden kaçırmadı, bir süre öylece bakıştık.

“Yolda çok sıkıntı çekmişsiniz...” dedi Sergey, “Onca yolu sağ salim gelebilmeniz bile sizin ne kadar güçlü bir kraliçe olacağınızın göstergesi.”

“Teşekkür ederim.” dedim. Konuşmayı çok fazla uzatmak istemiyordum.  Çaresizce sağı solu izlemeye devam ederken Vera ve Hazar’ın bize yaklaştıklarını fark ettim.

“Eş değiştirme zamanı!” dedi Vera, “Bizde gelenektir, bilirsiniz!”

Sergey’in yüzündeki gülümseme birdenbire silindi. Vera Hazar’ın elini bırakıp bana dönüp hızlıca bir göz kırptıktan sonra beni nazikçe Hazar’a doğru ittirdi ve Sergey’in önüne geçti. Vera Sergey’i resmen dans ederek yanımızdan alıp götürdüğünde Hazar’la karşı karşıya kalmış, ne yapacağımızı bilemez bir halde birbirimize bakıyorduk. Sessizliği bozan Hazar oldu.

“Bunu istiyor musunuz?” diye sordu tereddütle.

“Tabi ki.” dedim ve az önce Sergey’e kurduğum cümleyi tekrarladım, “Bu gece herkes dans edecek.”

Hazar’ın bir eli belime yerleşti, diğer eli ise elimi tuttu. Bedenimi kendi bedenine yaklaştırıp başını bana doğru eğdi. Gözleri gözlerimdeydi. Bahçenin ve kalabalığın arasında yavaş yavaş dans etmeye başladığımızda bunu onlarca gün boyunca prova etmiş kadar uyumluyduk.

“Günlerin nasıl geçiyor?” diye sordum, “Uzun zamandır konuşamıyoruz.”

“Her şey yolunda, Majesteleri. Sizin günleriniz nasıl geçiyor?”

“Gördüğün gibi, her şey yolunda.”

Bu, onunla yaptığımız en samimiyetsiz konuşmaydı. Sanki günler ve geceler boyunca birlikte yol almamış, yan yana uyumamış birer yabancı gibi konuşuyorduk.

“Gördüm,” dedi, “Ve duydum.”

Söylediği şeye bir anlam veremeyince kaşlarımı çatıp ona baktım.

“Ne duydun?” diye sordum merakla.

“Beyefendinin iltifatlarını...” dedi, “Her şey yolunda görünüyordu.”

“Ah, o mu? O herkese iltifat ediyordur.”

Hazar’ın burnundan güldü ve başını kaldırıp ortalığa tahammülsüz bir bakış attı.

“Siz gelene kadar ne zaman geleceğinizi sorup durdu,” dedi, “Şu an hala sizi izliyor. Kafasına baya takmış, anlaşılan.”

“Öyle mi?” diye sordum, “Bir önemi yok.”

Bir süre sessizce dans etmeye devam ettik. Hazar’ın gereksiz stresini buram buram hissediyordum, belki de rahatsız olduğu şey Vera ile dans etmeye devam edememekti? Belki de onu beğenmişti. Olamaz mı?

“Benimle dans etmekten pek hoşnut değil gibisin.” diye mırıldandım. Başını bana doğru çevirdi ve bana yukarıdan şaşkınlıkla baktı.

“Bunu nereden çıkardınız?” diye sordu.

“Yüzün gülmüyor.” dedim, “Sergey ve Vera’ya bakıp duruyorsun. Sanırım aklın orada kaldı... Yani bir önceki dansında...”

“Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu Hazar.

“Ne demek istediğim çok açık.” dedim, “Vera’yı beğendin sanırım. Bunu benimle paylaşabilirsin. Hatta...” dedim tereddütle, “İstersen yeniden eş değiştirebiliriz. Öyle daha mutlu olacak gibisin.”

Hazar öfkeli bir nefes aldı.

“Oraya bakma sebebim kuzeniniz değil,” dedi, “İsmini bile ilk defa sizden duydum.”

“Neye bakıyorsun öyleyse?” dedim kızgınlıkla, kendimi gerçekten kötü hissediyordum. Sanki Hazar’ı kendimle dans etmeye zorlamış gibiydim.

“Şu kont bozuntusuna,” dedi, “Sergey miydi neydi. Gözlerini sizden ayırmıyor.”

“Bunu neden bu kadar problem ettin ki? Bana zarar verecek hali yok, şövalye ruhunun kabarmasına gerek yok! Burada beni korumak zorunda değilsin çünkü burada bana zarar verecek kimse yok.”

Derin bir nefes alıp bacaklarıma sürtünen kediye bakmak için eğildim. Ona gülümsedikten sonra tekrar Hazar’a döndüm. Hazar’ın gözleri bu sefer benim gözlerimdeydi, artık arkaya bakmıyordu.

“Haklısınız,” dedi, “Görevim yalnızca sizi korumak ve yalnızca koruma iç güdüsüyle hareket edebilirim. Benim başka duygularım olamaz.”

“Neymiş o başka duygular?” dedim sessiz bir öfkeyle, “Neden böyle gizli kapaklı konuşuyorsun Hazar? Biz birbirimizin arkadaşı olmuştuk, birbirimize içimizi açmıştık. Sen benim omzumda ağlamıştın ya! Şimdi neden böylesin, bana bir yabancı gibi davranıyor, üstü kapalı saçma sapan şeyler söylüyorsun... Söylesene, neymiş o seni Sergey’e bu kadar takılmaya iten başka duygular?”

Hazar kısa bir süre daha sessiz kaldı. Müziğin temposu giderek düştü ve yeni başlayan melodi kalbimi hüzün duygusuyla doldurdu. Hazar’ın bir eli hala elimde, diğer eli ise hala belimdeydi. Gözleri gözlerime bakmaya devam ederken ayaklarımız bir sağa bir sola gidiyor, yavaşça salınıyorduk. Bana bakan gözlerinde çaresizliği gördüm, düşüncelerine ve tavrına anlam vermeye çalıştım ama veremiyordum.

“Söylesene,” dedim bir kez daha yalvarırcasına, “Neymiş o duygular?”

Hazar derin bir nefes aldı ve olduğu yer durdu, artık dans etmiyorduk.

“Kıskançlık.” dedi bir anda.

Başka hiçbir şey söylemedi. Dans eden kalabalığın ortasında öylece durmuş birbirimize bakıyorduk. Hazar’ın dudakları arasından çıkan tek bir kelime benim için bu akşamın bambaşka bir noktaya evrilmesine sebep olmuştu. Ne hissedeceğimi bilemiyordum ama kalbimin çarpıntısı bir çırpınmayı andırıyordu. Hazar’ın eli birden elimi bıraktı, ve diğer elini de belimden çekip son kez bana baktıktan sonra arkasını döndü, evin arkasında kalan göle doğru hızla yürümeye başladı ve kalabalığın arasından geçip gitti.

Öylece kalakaldım.

“Kıskançlık.” diye düşündüm kendi kendime, idrak etmekte zorlanıyordum.

Hazar’ın beni birinden kıskanma ihtimali kalbime kanat çırptırıyordu sanki. Elimi kalbime götürdüm ve gözlerimi kapatıp kalabalığın ve müziğin sesi arasında kalbimin sesini dinlemeye çalıştım. Kalbim muhafızının ismini sayıklamaya devam ederken artık emindim, onu her şeyden çok istiyordum.