18. Bölüm: Taraf

Beyza Alkoç

O kadar çok kayboldum ki darmadağın oldu tüm gerçekliğim. Kime ve neye inanacağımı bilmeden onlarca sanrının içinden geçtim. İnanamadım, anlayamadım, kabullenemedim ama her şeye rağmen ayağa kalkmaya karar verdim. Sorulması gereken sorular vardı çünkü ve alınması gereken cevaplar…

Saatler boyunca Baran ile görüşme talebimin karşılanması bekledikten sonra nihayet odasının kapısındaydım. Kalbim ağzımda, dünyam ayaklarımın altındaydı. Tir tir titriyordum adeta.Ne yaşadığımı sorgulayıp duruyordum. Yeliz Teyze, Haldun Amca ile Beren Teyze’yi Baran’la konuşmam için ikna etmiş, ben gelmeden hemen önce de karşılaşmayalım diye hastanenin kafeteryasına götürmüştü. Nihayet Baran’ın kapısının önünde durduğumda Berfu ve Dünya Can arkamda, Aziz Ata ise yanımdaydı.

“Tek girebilir miyim?” diye sordum sessizce.

“Baran’ın sana ne tepki vereceğini bilmiyoruz.” dedi Aziz Ata. Omuz silktim. Baran’ın bana kötü bir tepki vermeyeceğini biliyordum.

“Doğrusu bu olur.” dedi Berfu, “Baran da uyandığından beri Derin’i görmek istiyor zaten.”

Aziz Ata istemeye istemeye geri çekilmek zorunda kaldı. Kenara geçip kendisine yedirmekte zorlandığı bir kabullenişle odanın içini gösteren cam pencerenin önünde durdu.

“Buradayız.” dedi Aziz Ata, “Bir şey olursa…”

“Bir şey olmayacak.” diye mırıldanıp odanın kapısını açtım.

Baran’a bakmadan kapıyı arkamdan kapattım ve nefesimi kontrol etmeye çalışarak bir süre boyunca Baran’a önümü dönmeden öylece kapıya baktım. Ne diyecektim ki ona? Ne diyebilirdim? Ne soracaktım?

“Derin…” Baran’ın halsiz sesi heyecanlıydı, “Derin sen misin?”

Yutkundum. İçimde hissettiğim karmaşa ve suçluluk hissi ile yavaş yavaş önümü döndüm ona. Dolmuş gözlerle baktım yüzüne. Hastane yatağında uzanmış, koluna takılı bir serum ve birkaç takip cihazıyla biraz olsun toparlanmış bir yüzle bakıyordu yüzüme. Gözlerinde gördüğüm tek şey heyecandı. İnanması zor ama gerçekten, beni gördüğü için heyecanlanmıştı Baran.

Koyu saçları her zamankinden de koyuydu sanki, bana özlemle bakıyordu gözleri ve her şeyin ötesinde, ben de ona özlemle bakıyordum artık.

Ne diyeceğimi, ne soracağımı düşünüyordum ama bunlar şimdilik gereksizdi. Yapmam gereken ilk şey bambaşkaydı çünkü.

“Baran…” dedim titreyen sesimle, ayaklarım ona doğru ilerledi, ve yapması gerekeni yaptı kollarım.

Ona sıkıca sarıldım, özlem içinde ve titreyen kollarımla, hüzünle sarıldım ona.

“Sen… Sen…” dedi bana yattığı yerden sıkıca sarılırken Baran, “Sen iyisin değil mi Derin? Hastalandığını söylediler, iyi misin?”

“İyiyim.” dedim burnumu çekerek, Baran’ın kollarının arasından ayrılırken gözlerim karşı duvardaki camdan bölmeye çarptı, bakışlarım Aziz Ata’nın bakışlarını yakaladığında gözlerinde gördüğüm tek şey acıydı.

“İyiyim,” dedim bir kez daha toparlanmaya çalışarak, “Her şey ağır geldi biraz… Düğün, sen, seni o halde görmek… Ve duyduklarım…”

Baran başını salladı. Bana eliyle hemen yanını gösterip yatağın kenarına oturmamı işaret etti. Yanına ilişirken hala burnumu çekiyordum.

“Peki sen?” dedim tereddütle, “Sen nasılsın? Daha iyi misin?”

“Daha iyiyim…” diye mırıldandı Baran.

“Yani ben…” dedim, ne diyeceğimi bilmiyordum, “Nasıl sorulur bilmiyorum ki Baran. Aylardır senin için endişe etmekten delirdik. Hepimiz delirdik, her birimiz. Ne oldu, ne bitti, kimse bir şey anlatmıyor, kimse bir şey bilmiyor ama sen gerçekten iyi misin? Bu çizikler…” dedim Baran’ın kollarındaki çiziklere dokunarak.

“Yüzündeki çizikler… Bunlar… Polise anlattıkların… Annem…” Hiçbir şey söyleyemiyordum. Bağıra çağıra ağlamak istiyordum sadece. Baran anlayışla gülümsedi ve elini kolunun üzerinde duran elimin üzerine koydu. Ne duyduklarımın gerçekliğine inanabiliyordum, ne de yaşadıklarımın.

“Sen anlat,” dedi, “Boş ver beni. Nasıl geçti üniversite sınavın?”

Gözyaşları içinde gülümsemeye çalıştım.

“İnan bana,” dedim, “Şu an en son bahsetmek istediğim şey üniversite sınavım.”

“Öyle mi?” dedi Baran geniş bir gülümsemeyle, “Dünya Can kaptırdığı ehliyetini bile anlattı.”

Başımı çevirip gözyaşları içinde gülümseyerek camlı bölmenin ardındaki Dünya Can’a baktım ama gözlerim ister istemez bir kez daha Aziz’e kaydı. Yorgun, bitkin ve mutsuz görünüyordu. Gözlerini benden ayırmıyordu.

“O anlatır,” dedim, “Cenazemize de gelse anlatır. Ama şimdi mesele sensin. Ben sadece seni dinlemek istiyorum Baran. Ne olup bittiğini öğrenmek istiyorum artık. Ortadan kayboluşunu, bana bıraktığın notu, Berfu’nun evinden çıkan telefon hattını, ormanda bulunan kıyafetlerini, telefonunu, bunca aydır nerede olduğunu, başına ne geldiğini… Her şeyi.”

Baran bana hala özlem içinde bakıyordu. O bu haldeyken ona direkt olarak “Polise verdiğin ifadenin anlamı ne Baran? Annem seni neden alıkoymak istesin ki?” demek istemiyordum. Elini kaldırıp saçlarıma götürdü ve saçlarımın uçlarında gezdirdi parmaklarını.

“Saçlarını kestirmişsin.” dedi. Başımı salladım.

“Depresyon.” dedim hüzünle gülümseyerek, “Herkes bir kere depresyon kesimi yaptırır mutlaka.”

“Depresyon kesimi dediğin şey herkese bu kadar yakışmaz ama.” dedi Baran hayranlık ve özlemle beni izlerken.

“Teşekkür ederim,” diye mırıldandım, “Sen gittiğinden beri çok şey değişti. Sadece saçlarım değil.”

“Dünya Can ehliyet almış mesela.” dedi Baran gülerek, “Sonra da kaptırmış. Bana bunu tam üç kere anlattığı için ben de sana tekrar ve tekrar söylemek zorundayım.”

Sessizce güldüm ama aklım burada, Baran’ın anlattığı şeylerde değil anlatmadığı şeylerdeydi. Artık bu bekleyişe tahammül edemiyordum.

“Berfu’nun sınavı iyi geçmiş,” dedi Baran, “Onlardan öğrendim bu arada, senin sınavın da iyi geçmiş. Seneye sıra bende artık…”

Konu benim merak ettiğim noktaya, anneme gelmesin diye çabalıyordu sanki Baran. Onu tanıyordum. Solgun gözlerine baktığımda ne düşündüğünü, neyi ne için yaptığını anlayabiliyordum. Beni üzmek istemiyordu, bu yüzden o konudan bahsetmek istemiyordu ama benim cevaplara ihtiyacım vardı. Aklımdaki sorulardan bir an önce kurtulmak zorundaydım yoksa delirecektim.

“Seni,” dedim kibarca, “Seni ben çalıştırırım, merak etme.”

Sonra bir sessizlik oldu. Aziz, Dünya ve Berfu hala cam bölmenin önündeydi. Baran ise özlem dolu bakışlarla beni izlemeye devam ediyordu.

“Baran.” dedim sessizce.

“Derin?” dedi ve sonra gülümsedi, “İsmini söylemeyi bile özlemişim…”

“Ben de.” dedim, “Ben de seni çok özledim… Hayatlarımız sen gittikten sonra o kadar değişti ki dibe battık resmen. Ne ben ne Dünya ne Berfu ne de ailen, kendi hayatlarımıza devam edemedik uzunca bir süre…”

“Biliyorum,” dedi Baran, “Hep tahmin ettim bunu, hep sizi düşündüm…”

“Ve şimdi…” diye mırıldandım, “Benim bir şeyler duymaya ihtiyacım var Baran. İçine düştüğüm bu bataklıktan kurtulabilmek için bir cevaba ihtiyacım var. Bana dediler ki… Sen polislere demişsin ki…”

Kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Konuştukça midemin kasıldığını, ateşimin çıktığını hissediyordum. Baran’dan hem bir cevap bekliyordum hem de vereceği cevaptan delicesine korkuyordum içten içe. Bana her şeyi anlatsın istiyordum ama aynı zamanda da hiçbir şeyi duymak da bilmek de istemiyordum.

“Polislere demişsin ki…” dedim bir kez daha beceriksizce, “Annem…”

“Annen.” diyerek sözümü kesti Baran, “Bak Derin,” dedi Baran odaya girdiğimden beri ilk kez gülümsemeden, ilk kez bu kadar ciddi konuşuyordu benimle.

“Dinliyorum.” dedim.

“Bazı şeyler var Derin…” dedi Baran net bir ifadeyle, “Benden değil, annenden duyman gereken bazı şeyler var. Bunları benden duyman sana büyük bir haksızlık olur, işte bu yüzden sana hiçbir şey anlatmayacağım. Çünkü sana her şeyi o anlatacak Derin… Annen.”

Baran’ın cümleleri beklediğimden de keskindi. Bana doğrudan hiçbir şey söylemiyordu aslında ama cümlelerinin altında öyle büyük anlamlar vardı ki işte şimdi anlıyordum gerçekten de bir kabusun ortasında olduğumu.