13.BÖLÜM : KALBİMİN HARİTASI.
.png)
“En düz çizgim sensin benim.
Bir göç yolunda,
haritamı alnıma asıp,
yürüyorum kalbinden içeri.”
(Viking Masalları, Jennie Hall)
13.Bölüm : Kalbimin Haritası.
Şifacı evden ayrıldıktan sonra uzun bir uyku daha uyudum. Derin uykumun arasında ne zaman gözlerimi açsam Hazar’ı hep karşımdaki berjerde otururken gördüm. Bazen uyukluyordu, bazen bir şeyler atıştıyordu, bazen yanına gelen diğer şövalyelerle sohbet ediyordu, diğerleri gelip gidiyordu ama o hep oradaydı. En sonunda gözlerimi tüm uykumu almış bir halde açtığımda Hazar elleri arasında tuttuğu eski bir kitabı okuyordu. Üstü başı hala aynıydı, saçları hala dağınık, kıyafetleri hala toz toprak içindeydi. Bir yandan onu izlerken bir yandan esnerken ağzımı kapatmak için elimi kaldırdım. Hareket ettiğimi fark edince bakışları bana yöneldi.
“İyi misiniz?” diye sordu. Başımı salladım.
“Daha iyi hissediyorum. Ateşim düşmüş olmalı.”
Hazar elindeki kitabı oturduğu koltuğa bırakıp ayağa kalktı ve yanıma yaklaştı. Gözlerim onu takip ederken üzerime doğru eğilip elini alnıma koydu, sonra yanağıma ve en sonunda boynuma dokundu. Kalbimin hızlandığını hissettim, sanırım onun teması beni heyecanlandırıyordu.
“Düşmüş...” dedi.
“Şifacının verdiği ilaçlar işe yaramış olmalı.” dedim,
“Ben size yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Tekrar ilaç içmeniz gerekecek.”
Hazar tam yanımdan ayrılıyordu ki uzanıp kolunu tuttum. Bunu beklemiyordu. Olduğu yerde durup bana şaşkınlıkla bakınca elimi ağır ağır çektim. Bunu kendimden ben de beklemiyordum açıkçası.
“Şimdi yemek yemek istemiyorum...” dedim, “Henüz acıkmadım ama senden başka bir şey isteyeceğim şövalye.”
“Ne isterseniz.”
Biraz doğrulup başımı önüme eğdim, üzerimdeki kirli elbiseye, alışık olmadığım dağınık halime baktım ve tereddütle konuşmaya başladım. Ne söyleyeceğimi endişeli bir merakla bekliyordu.
“Benim yıkanmam lazım...” dedim, Hazar’ın bakışları birdenbire değişti, başını salladı ve çaresizce etrafa bakındı.
“Yıkanmam ve üzerimi değiştirmem lazım...” diyerek devam ettim konuşmaya.
Hazar derin bir nefes aldı ve bana döndü.
“Çevre köylerde ilgi çekmemek için evdeki hizmetlilerin hiçbirini aramaya kalkışmadık, o yüzden hiçbiri yok burada.” Başını kaldırıp bir kez daha çaresizce etrafa bakındı.
“Neye bakıyorsun?” diye sordum, “Belki hizmetlilerden birini yanlışlıkla evin bir köşesinde unutup gitmişlerdir diye evde bırakılan bir hizmetli filan mı arıyorsun?” Kendimi tutamayıp güldüm.
Şimdi o da gülüyordu. İsteksiz, yarım bir gülüştü bu.
“Ne yapabileceğimi düşünüyordum, efendim. Sizi yukarıya taşıyabilirim, üzerinizdekileri çıkarmanıza yardımcı olabilirim. Yıkanmanıza ve tekrar giyinmenize de yardımcı olabilirim. Bunları size hiç bakmadan yapabilirim... Fakat siz kendinizi nasıl hissedersiniz, bunu bilemiyorum.”
Şimdi düşününce içimde garip bir heyecan, utanç ve korku hissi belirmişti. Oysa o an ne hissederdim ben de bilmiyordum. Yine de yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Biri bana yardım etmek zorundaydı ve o kişi ancak Hazar olabilirdi.
“Bana bakmayacağına inanıyorum, şövalye, sana güveniyorum. O yüzden kötü hissetmeyeceğim, sorun yok. Üstelik bundan başka çaremiz de yok.”
“Pekala, siz nasıl isterseniz.” Hazar derin bir nefes aldı ve tereddütle bana doğru eğildi, ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Ben kollarımla omuzlarına tutunurken o beni kucağına aldı.
“İyi misiniz?” diye sordu, “Bir yeriniz acıdı mı? Canınızı yakmadım, değil mi?” Başımı hayır dercesine salladım.
“İyiyim, endişelenme.”
Hazar’ın kucağında merdivenleri çıkarken sarsılmadım bile. Beni o kadar kolay taşıyordu ki kollarının arasında kaybolmuş gibiydim.
“Burası mıydı?” diye sordu kapılardan birini göstererek, başımı salladım, burası bana tahsis edilen odaydı.
“Beni yatağa bırakıp küveti hazırlayabilirsin.” diye mırıldandım.
Hazar’ı hiç bu kadar gergin görmemiştim. Sanki bir savaş alanında gibiydi, belki de hiçbir savaş alanında bu kadar gergin olmamıştı. Beni dikkatlice yatağa yatırdıktan sonra banyoya doğru ilerledi. Kendimi biraz zorlayıp doğruldum ve sırtımı yatak başlığına yasladım. İçeriden gelen su sesi küvetin dolmaya başladığı anlamına geliyordu ve ben çaresizce şövalyemin gelip beni buradan almasını, beni kıyafetlerimi çıkarıp küvete yatırmasını bekliyordum. Kendimi şahsi hizmetlilerime bile yıkatmazken bunu bir şövalyeye yaptıracağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
Boynumdan kopup düşen kolyem hala avucumun içindeydi. İçimde kolyemle ilgili gerçek dışı korkular vardı, sanki onu bıraktığım an yok olacaktı. Hazar banyonun kapısında göründüğünde başımı kaldırıp ona baktım.
“Küvet doluyor,” dedi, “Çıktığınızda ne giymek istersiniz?” Gardırobun kapaklarını açıp bana döndü.
“En baştaki siyah elbiseyi.” dedim. Başını sallayarak elbiseyi aldı ve askısıyla birlikte yatağa bıraktı. Sonra bir kez daha çaresizce etrafa bakındı.
“Hayır,” dedim, “Boşuna bakma. Burada da bir hizmetli unutmamışlar.” Bu sefer daha büyük güldü. Söylemekten çekindiği bir şeyleri söylemeye hazırlandığı her halinden belliydi.
“Başka bir şey arıyordum...” dedi, “Elbisenizin içine... bir şeyler giymez misiniz?” Yüzü kıpkırmızıydı.
Bunu soruş şekline büyük bir kahkahayla karşılık vermek istesem de dudaklarımı birbirlerine bastırmakla yetindim. Gülmemek için çabalarken başımla tam karşımda duran komodini gösterdim.
“İç çamaşırları şurada, ilk çekmecede.” dedim.
Hazar bir bana baktı, bir komodine.
“Sizi kucağıma alıp komodinin önüne getirmemi ister misiniz?” diye sordu, “Benim almam saygısızca olur.”
“Hadi ama,” dedim, “Şu halime bak, saygıyı mı düşünüyorsun? Eline geçen ilk takımı çıkarabilirsin.”
Hazar omuz silkerek komodine yöneldi, umursamadığımı görmek tereddütlerini azaltmış gibiydi. İlk çekmeceyi açıp eline geçen ilk iç çamaşırı takımını aldı ve elbisenin üzerine bırakıp banyoya döndü. Başımı çevirip aldığı takıma baktım. Beyaz, dantelli, asil bir takım seçmişti. Ya da eline onlar gelmişti...
“Küvet dolmuş.” diye seslendi içeriden, adım adım yanıma yaklaşırken başımı kaldırdım.
“Senden bir şey daha isteyeceğim.” dedim.
“Ne isterseniz.” Kolyeyi tuttuğum elimin avucunu açtım ve kolyeyi Hazar’a uzattım. Hazar elimde parlayan kalp kolyesini görünce kaşlarını çattı.
“Neden boynunuzda değil?” diye sordu merakla.
“Bilmiyorum,” dedim, “Bir anda düştü.”
“Koptu mu?” diye sordu ve endişeyle kolyeyi incelemeye başladı.
“Hayır, öylece düşüverdi. İki elimi birden kullanamıyorum. Kolye boynumda olmadığında ise rahat hissetmiyorum. Sen takabilir misin?”
“Elbette.” dedi Hazar, “Bana doğru dönerseniz...”
Kolyeyi parmaklarımın arasından çekip aldı. Kendimi duvara doğru çevirip ona arkamı döndüm. Elleri önce saçlarıma dokundu, uzun koyu kestane saçlarımı toparlayıp nazikçe göğüslerime doğru bıraktı. Sonra elleri hemen önümde belirdi, kolyeyi göğüslerimin üzerine denk getirip arkama geçti ve klipsini tek denemede taktı. Oysa nefesini hala saçlarımda hissedebiliyordum.
Kalbimde hissettiğim bu hızlanma sıradan, her erkek ve kadının bir aradayken hissedebileceği bir hızlanma mıydı yoksa ben şövalyeden etkileniyor muydum?
“Sizi artık banyoya götüreyim.” dedi Hazar, anlık olarak kısılan sesini düzeltmek için boğazını temizledi.
“Hı hı.” Başımı sallayarak ona döndüm.
Ellerim yine omuzlarını buldu, kolları yine beni sardı. Beni ağır ağır banyoya taşıdı. Küvetten çıkan buhar tüm banyoyu sarmış, sıcacık yapmıştı. Hazar beni dikkatlice kucağından indirip küvetin hemen yanındaki oturma taşına yerleştirdi.
“Şimdi üzerinizdekileri çıkarmamız gerekiyor...” dedi.
“Sen arkamdaki ipleri çöz. Sonra elbiseyi dikişli kolumdan çıkarmama yardım et, gerisini ben çıkarırım.”
“Peki.” Hazar’ın ellerini sırtımda hissettim.
O arkamdaki ipleri çözerken ben de tek elimle önümdeki ipleri açıyordum. Elleri sırtımdaki ipleri açarak aşağı indikçe ara ara yanlışlıkla sırtıma değiyorlardı ve ben hissettiğim şeye hala anlam veremiyordum. Heyecan mıydı bu, utanç mıydı, neydi?
“Tüm ipleri çözdüm.” dedi sessizce, “Dikişli kolunuzu açayım.”
Sağlam kolumla elbisenin göğüs kısmını tutarak göğüslerimin açılmasını engellemeye çalıştım. Hazar bir yandan elbisemin kolunu açarken bir yandan da küveti izliyordu, beni değil. Sonunda elbisenin kolundan kurtulduğumda Hazar benden bir adım uzaklaştı ve başını yere eğdi. Sağlam olan ayağımın üzerine bastım ve elbisenin üzerimden düşmesine izin verdim. Ellerim ise hala göğüslerimdeydi. Bana bakmıyor olsa bile burada, şövalyenin yanında böylece duruyor olmak çok garip hissettiriyordu.
“Ben hazırım.” diye mırıldandım. Hazar yerinden kıpırdamadı.
“Gözlerimi kapatıp sizi kucağıma alacağım.” dedi, “Hiçbir yerinizle temas etmemek için elimden geleni yapacağım.”
Başı banyonun başka başka yerlerine dönük, gözleri benim dışımda her yere bakarken yanıma geldi. Tam önümde durduğu an gözlerini kapattı ve eğilip beni kollarının arasına aldı. Bu, hayatımda yaşadığım en ilginç andı. Kızaran yanaklarım ve kramplar giren karnım bana keşke pis bir halde yatmaya devam etseydim de banyo yapmak istemeseydim dedirtiyordu! Hazar ellerinin bana temas etmemesi ve kıyafetleri dışında hiçbir yeriyle temas halinde olmamam için insan üstü bir çaba sarf ederken birkaç saniye içinde kendimi sıcak suyun içinde buldum. Nihayet küvetin içindeki köpüklü su tarafından kamufle olduğumda rahat bir nefes aldım.
“Artık gözlerini açabilirsin,” dedim, “Zaten görünmüyorum.”
Hazar ise beni dinlemek yerine bana arkasını döndü ve küvetin hemen yanındaki banyo taşına oturdu. Bunun onun da hayatında yaşadığı en ilginç an olduğuna emindim.
“Ben yine de böyle oturayım, kendinizi rahat hissedin.”
“İstersen çıkıp kapıda da bekleyebilirsin.” Başımı eğip saçlarımı da köpüklü sıcak suyun içine soktum. Sanki sıcak su vücudumdaki ağrıların tamamını alıp götürüyordu.
“Sizi bu halde yalnız bırakamam.”
“Pekala, sen bilirsin Şövalye. Öyleyse orada durmak yerine saçlarımı yıkayabilirsin. Tek kolumu kaldıramıyorum, biliyorsun...” Hazar oturduğu yerden kalkıp bana döndü, köpükle kaplı olduğum için artık gözlerini kapatmıyordu. Ayağa kalkıp küvetin hemen yanındaki sabunluktan bir sabun aldı ve başımdan aşağı bir tas sıcak su döküp saçlarımı sabunlamaya başladı. Kocaman parmakları saçlarımın arasında dolaşırken başıma masaj yapılıyor gibi hissediyordum, kendi saçlarımı yıkarken hiç böyle hissetmemiştim.
“Biliyor musun şövalye,” diye söze girdim o bir yandan saçlarımı yıkarken, “Eskiden kendimi saraydaki hizmetlilerime bile yıkatmazdım... Bir gün böyle bir an yaşayacağımı asla düşünmezdim.”
“Böyle bir an yaşamak zorunda kaldığınız için üzgünüm.” dedi, “Benim de hayatım boyunca yıkadığım tek kişi karımdı.”
Hazar’ın son cümlesi banyodaki tüm sıcaklığı alıp götürdü sanki. Belki o da yanlış bir cümle kurduğunu fark etmiş olacak ki üzerine tek bir kelime dahi etmemişti. Saçlarımı birkaç dakika daha sabunladıktan sonra birkaç tas sıcak suyu yavaş yavaş döküp durularken tek düşündüğüm Hazar ve eski karısıydı.
Acaba saçlarımı yıkarken onu mu anımsamıştı? Gözlerini kapatıp onu mu düşlemişti? Peki ya bu neden beni ilgilendiriyordu? Babamın beni korumakla görevlendirdiği askerinin eski karısı ile ilgili anılarından bahsetmesi beni neden rahatsız etsindi? Bu yolculuğa çıktığımdan beri duygusal bir bilinmezliğin içindeydim.
Sanki kalbimin haritasında kaybolmuş, yolumu bulamıyordum.
“Havlular ve bornozlar köşedeki dolaptaydı. Sen çık, ben de ayağa kalkıp durulanayım.” Hazar’ı bornoz ve havlu almak için yatak odasına geri gönderdiğimde tek ayağım üzerinde ayağa kalkmış ve birkaç tas su ile durulanmıştım. Hazar’ın banyo kapısının önünde durduğunu ve içeri girmek için benden haber beklediğini biliyordum ama saçlarımı yıkarken karısından bahsetmesi bütün dengemi bozmuştu ama ondan yardım almaktan başka çarem de yoktu.
“Gelebilirsin...” diye seslendim, “Bana bakmadan tabi.”
Hazar içeri girdiğinde elinde bir bornoz, bir de saç havlusu vardı. Benden tam tersi yöne bakarak yürüdü ve tam yanımda durup elindeki kahverengi bornozu bana uzattı. Bornozu önce sağlam koluma geçirip önümü tamamen kapattım ve sonra dikişli kolumu ona bıraktım.
“Sıra sende.” diye mırıldandım. O ise artık cevap bile vermeden yalnızca dediklerimi yapıyordu. Eski karısını hatırlayıp onun hatıralarına ihanet ettiğini filan mı düşünmüştü acaba? Saçmalık.
“Sizi önce içeriye taşıyayım, sonra saçlarınızı kurularım.” Elindeki saç havlusunu bana uzatarak beni bir kez daha kucağına aldı. O beni içeri taşırken ben saç havlusunu kendi imkanlarımla saçlarıma sarmaya çalışıyor ama başarılı olamıyordum.
“Bana bırakın.” dedi Hazar.
Beni yan bir şekilde yatağa oturttu ve arkama geçip havluyla saçlarımı kurutmaya başladı. Bu, bir süre sessizce devam etti. O saçlarımı havluyla kuruturken vücudum bornozun içinde kendi kendine kurumuştu bile.
“Tarak aynalı masanın üzerinde.” dedim tekdüze bir sesle.
Hazar saçlarımı birkaç dakika daha kuruttuktan sonra havluya sardı ve tarağı almak için odanın karşı duvarındaki aynalı masaya doğru ilerledi. Masadan zümrüt yeşili, inci işlemeli tarağı alıp yanıma geldi. Saçlarıma sardığı havluyu çekip çıkardıktan sonra tarağı aldı ve saçlarıma götürdü.
“Özür dilerim.” diye mırıldandı bir anda.
“Ne için?”
“Saçlarınızı yıkarken karımdan bahsetmem pek uygun olmadı... Aptallık ettim.” Hazar saçlarımı taramaya devam ederken onun da benimle aynı şeyi düşünmüş olması içimi biraz olsun rahatlatsa bile öfkem sürüyordu. Umursamazca omuz silktim.
“Bunda yanlış bir şey yok. Karının bir an bile aklından çıkmıyor olması çok normal... Acılı bir ayrılık yaşamışsınız.”
“Bir an bile aklımdan çıkmıyor değil.” dedi Hazar, “O an neden aklıma geldiğini bilmiyorum.”
Kafamda ben neden ona öfkelenmiştim sorusunun ötesinde bir soru daha belirmişti, ben sebebi ne olursa olsun ona öfkelenmiştim, evet. Peki o bana neden bir açıklama borçlu olduğunu hissetmişti?
“Çünkü onu hala seviyorsun...” dedim sessizce, “Biz... İçeride yanlış bir şey yapmadık ama sen belki de bir başkasının saçlarına dokunarak bile içten içe onun hatırasına saygısızlık ettiğini düşündün.”
Hazar sessiz kaldı. Hiçbir yanıt vermeden saçlarımı taramaya devam etti. Söylediklerimi inkar etmedi, inkar edilecek bir şey de yoktu zaten. Şövalyenin kalbi hala eski karısındaydı ve daha önce söylediği gibi, bir daha asla aşık olabilecek gibi görünmüyordu. Kalbi sonsuza kadar dolu kalacak, yalnızca hatıralarda kalan birini sevmeye devam edecekti.
Ben ise kalbimin haritasının içinde kaybolmuş, ne hissettiğim ve ne hissetmem gerektiğinin bilinçsizliğinde, tecrübesiz ve toy duygularla yaşadıklarıma anlam vermeye çalışıyordum. Durduğum yerin neresi olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama ne kendimi imkansız bir aşkın kollarına bırakacak kadar cesur ne de bir ölüyle savaşacak kadar korkaktım. Belki de kaderimde aşk yoktu, benim hikayem yalnızca bir tahttan, bir taçtan ve bir kolyeden ibaretti...
Kalbimin haritası beni eninde sonunda oturacağım o tahttan başka bir yere götürmeyecekti.