13.Bölüm : Gökkuşağı
“Gökyüzü içindeydi. Dışı tüm evrendi...”
“Günaydın Türkiye, bugünün bomba haberlerine hazır mısınız?”
Günlerden 7 Eylül ve bu benim Yeşil Küpeli Kız olarak bu sayfada paylaştığım binlerce günaydın mesajından sadece biri... Oysa ilk defa her zamankinden farklı mesajlar alarak başladım bugüne.
“Sönüyorsun Yeşil Küpeli Kız...”
“Yeşil Küpeli Kız devri bitiyor, ha?”
“Nerelerdesin? Eskiden her haberi ilk senden duyardık, şimdi çoğu haberi sonuncu yazan bile sen değilsin...”
“Yeşil Küpeli Kız geri dön!”
“Alara Yeşilay kaza geçirmiş ve sen bunun haberini bile girmemişsin, iyi misin? Günaydın mesajları otomatik olarak mı yayınlanıyor?”
“Sahneyi onlara mı bırakacaksın Yeşil Küpeli Kız, geri dön!”
“Biz eski Yeşil Küpeli Kız’ımızı istiyoruz, her haberi senden duymak istiyoruz, klasikleşmiş aptal magazincilerden değil!”
“Sevgili YKK, Efe Duran’ın sevgilisi olduğu söyleniyor, bunu duyuran sen değilsin, bir şeyin mi var? Bilgin varsa kızın kim olduğunu söyler misin meraktan deliriyoruz!”
“Yeşil Küpeli Kız, iyi misin?”
Böyle binlerce mesaj sıralanıp giderken hala Efe’nin yatağındaydım. Saat sabahın 07.24’üydü. Uyanmış ve moralsiz gözlerle sosyal medya hesaplarımı kontrol etmiştim. Durum iç açıcı değildi, sosyal medya dünyasından da magazin haberciliğinden de kopuyordum. Her gün tek yaptığım günaydın mesajı yazmak, bir iki basit haber girmek ve iyi geceler mesajı vererek günü kapatmaktı. Bazen iyi geceler mesajı vermeyi bile unutuyordum... Yokluğumu fırsat bilen birçok magazin sayfası yerimi doldurmaya çalışsa da uzun zamandır her şeyi benden duyan ve beni birer arkadaşları gibi seven takipçilerim onları seçmek yerine mesaj kutumu doldurmuştu. Evet Efe ile ilgili tüm haberleri yapabilmek için böylesine saçma bir plan yapıp buraya taşınmış ve onunla ilgili haber yapmaktan vazgeçmiştim ama kariyerimden vazgeçecek değildim... Toparlanmalıydım, kendime gelmeliydim. Derin bir nefes aldım ve sayfama yepyeni bir paylaşım girdim.
“Sizlerle sohbet etmeyeli çok uzun zaman oldu... Yokluğumu fırsat bilenler olmuş, gittiğimi ve bir daha geri dönmeyeceğimi sananlar olmuş, devrimin kapandığını sananlar olmuş... Haber verin onlara, geri döndüm ve gitmeye hiçbir niyetim yok. Yepyeni haberlere hazır mısınız?”
Gönderiyi girmemin üzerinden sadece iki dakika geçmiş olmasına rağmen gönderimin altı binlerce yorumla dolarken kendimi biraz olsun motive olmuş hissediyordum. Efe’nin yatağından kalktım ve yatağı toplayıp üzerime baktım. Resmen kıyafetlerimle uyumuştum, Efe’nin beni ben uyurken buraya getirdiğini hatırlıyordum ama kıyafetlerimi çıkarıp kendi pijamalarını giydirmediğine şükretmeliydim. Üstümü başımı düzelttikten sonra kapıyı sessizce açtım. Önce salona gidip Efe’yi kontrol ettim, uyuyordu. Bir süre onu izledikten sonra Ece’nin uyuduğu misafir odasına girdim. Ece de uyuyordu. Fakat onu uyandırmalı ve buradan götürmeliydim.
“Ece...” diye mırıldandım koluna dokunarak. Sıçrayarak uyandı ve kendini benden geri çekti.
“Korkma, benim, Mine.” Bana ürkekçe bakarken elimi uzattım ve saçlarını okşadım.
“Korkma, sakin ol...” diye fısıldadım. Yavaş yavaş sakinleştiğini görünce yanına oturdum.
“Sabah oldu...” diye mırıldandım, “Efe abin hala uyuyor ve uyanıp işe gidecek. Bizim de artık benim evime gitmemiz gerekiyor.”
“Olmaz...” diye sızlandı Ece, güven problemi yaşadığı belliydi.
“Fazla uzağa gitmeyeceğiz, bir alt katta oturacağız. Seninle güzel bir duş alırız, ben sana kurabiye yaparım, süt ısıtırım. Sonra da sen çizgi film izlersin. Olmaz mı?” Bu dediklerim onu cezbetmiş gibiydi. Birkaç saniye düşündükten sonra başını salladı.
“Olur...” diye mırıldandı. Sonra heyecanla ayağa kalktı, “Efe abim ne zaman gelecek?” diye sordu.
“Bilmem, işi bitince gelecektir. Hadi, biz onu uyandırmadan aşağı inelim. Eğer uyanırsa çalışırken çok uykusuz ve yorgun olur.”
“Tamam.” dedi Ece. Yanında getirip çıkardığı birkaç parça kıyafeti üzerine geçirdim ve birlikte odadan çıktık. Sessizce kapıya ilerlediğimiz sırada Efe’nin kapıda olduğunu gördüm. Şok içinde yüzüne baktığım sırada Ece sevinçle ona doğru koştu.
“Efe Abi!”
“Günaydın...” dedim şaşkınlıkla, “Uyuyordun?” Efe moral bozukluğuyla başını sallarken Ece’ye sarıldı.
“Seslerinizi duydum, sizi yolcu edeyim dedim.”
Başımı salladım. Ondan gizlice gidiyor olmak bana kendimi çok kötü hissettirmişti ama tek amacım Efe’nin bize bağlanmasını önlemekti. Bir şekilde hem beni sevsin istiyordum hem de bundan çok korkuyordum. Onun hayatını, başarısını, kariyerini mahvetmekten korkuyordum, bir gün benim kim olduğumu öğrenmesinden korkuyordum. Ona doğru bir adım atıp her şeyi mahvetmekten korkuyordum ve bu yüzden onu kendimden öteye itmek daha kolay geliyordu...
“Efe abi biz neler yapacağız biliyor musun?”
“Neler yapacaksınız bakalım?”
“Banyo yapacağız, kurabiye yapacağız, süt ısıtacağız ve çizgi film izleyeceğiz!” Efe buruk bir gülümsemeyle Ece’ye baktıktan sonra bana döndü.
“Sizin adınıza çok sevindim. İyi eğlenceler dilerim...”
“Kaçta geleceksin?” diye sordu Ece. Çaresizce Efe’ye baktım.
“Ben işten çok geç döneceğim ufaklık... Ben döndüğümde uyumuş olabilirsin.”
“Ama gelip bize uğrayacaksın, değil mi?” diye sordu Ece hüzünle. Efe tekrar bana baktı ve başını salladı.
“Uğrayacağım ama sen uyumuş olursun, beni göremezsin...”
“Olsun, sen yine de uğra...” dedi Ece hüzünle. Efe başını salladı.
“Merak etme, beni göremesen de sen uyurken yanına geldiğimi bil yeter.”
“Tamam Efe Abi, akşam görüşürüz!” Ece kapıyı aralarken kapıya doğru bir adım attım ve mahcup bir yüz ifadesiyle Efe’ye baktım.
“Her şey için çok teşekkür ederim... Ve her şey için çok özür dilerim. Ne yapıyorsam öyle olması gerektiği için yapıyorum Efe.” Efe anlayışla başını salladı.
“Ne yapıyorsan öyle olması gerektiği için yapıyorsundur Mine... Takma kafana. Size iyi eğlenceler.” Ece ile birlikte Efe’nin evinden çıktıktan sonra merdivenlere doğru ilerlediğimiz sırada Efe’nin sesini duydum.
“Görüşürüz ufaklık.” Ece Efe’ye dönüp gülümsedi ve birlikte merdivenlere yöneldik. Ece’nin elini tutup merdivenlerden inmesine yardım ettiğim sırada aklım Efe’deydi. Yanlış mı yapıyordum yoksa onun iyiliğini sağlamam için onu kendimden uzak tutmam şart mıydı bilmiyordum. Kendi kararsızlık denizimin içinde boğuluyordum.
Buraya hiç gelmeyecektik...
Öyle deme İç Ses, buna değerdi...
“Burası senin evin mi Mine? Ben artık burada mı yaşayacağım?” Ece eve adımını atar atmaz evimi şaşkınlıkla ve tereddütle izlerken gülümseyerek kapıyı kapattım.
“Evet,” dedim, “Burası bizim evimiz... Sen artık burada yaşayacaksın.” Ece evin içinde tereddütle dolaşmaya başladı.
“Renkler güzelmiş...” diye mırıldandı, “Her yer rengarenk...” Ellerini masada, sandalyelerde gezdirerek en sonunda koltuğa ulaştı ve koltuğa dokundu.
“Oturabilir miyim?” diye sordu. Şaşkınlıkla gülümsedim.
“Tabi ki oturabilirsin. Sormana gerek yok. İstediğin kadar otur, sonra da duş almak istediğin zaman söyle.”
“Şimdi...” dedi bir anda, “Şimdi duş alabilir miyim?” Sesi o kadar çekingen, o kadar ürkek çıkıyordu ki neredeyse ağlayacaktım.
“Tabi ki...” diye mırıldandım, “Hadi, gel.” Ece peşimden gelirken banyonun kapısını açtım. Küveti suyla doldurmaya başlarken bir yandan da içine banyo köpüğü ekliyordum.
“Senin küvetin mi var?” diye sordu heyecanla. Başımı salladım.
“Hadi, kıyafetlerini çıkar.” dedim gülümseyerek. Yüzüme tereddütle baktı.
“Yoksa utanıyor musun?” diye sordum. Başını salladı.
“O zaman şimdilik hepsini çıkarma, iç çamaşırların kalsın. O zaman da utanır mısın?” Cevap bile vermeden kıyafetlerini çıkardı ve iç çamaşırlarıyla dikkatlice küvete girdi. Bir yandan da kayıp düşmemek için elimi tutuyordu. O kadar küçüktü ki kayıp düşse küvetin içinde bile boğulma tehlikesi atlatabilirdi.
Sonraki yarım saat boyunca Ece’yi küvette köpüklerle oynatıp yıkayarak vakit geçirdik. Onu küvetten çıkarıp kocaman bir havluya sardığımda kıkır kıkır gülüyordu.
“Havlunun içinde kayboldum Mine!” diyordu. Onu gülerek hızlıca kuruladım ve üzerine giymesi için yeni bir iç çamaşırı ve pijama üstlerimden birini verdim. En kısa zamanda ona birkaç kıyafet almam gerekiyordu.
“Hadi bakalım, sen koltuğa otur. Ben de sana çizgi film açayım. Sen çizgi filmini izlerken ben de sana kurabiye pişireceğim...”
“Tamam...” dedi Ece heyecanla. Koltuğa oturduğu sırada televizyonu açışımı bile ilgiyle izliyordu. O çizgi filmini izlerken ben bir yandan kurabiye yapıyor bir yandan da ona süt ısıtıyordum. Bir yandan da Yeşil Küpeli Kız sayfasından aynı anda onlarca haber giriyordum. Bütün günü Ece ile kurabiye yiyerek, yemek yaparak, çizgi film izleyerek geçirdim. Ece fiziksel olarak efor sarf etmese bile duygusal efordan yorgun düşmüştü. Saat akşamın 10’u bulduğunda birlikte balkonda oturmuş dışarıyı izlerken karşımdaki koltukta uyuyakalmıştı. Ben ise onun üzerini örtmüş dışarıyı izlemeye devam ediyordum. Gözlerim karşı binamızın camlarındaydı, Efe’nin balkonundan veya evinden hiçbir ışık gelmiyordu, hiçbir yansıma görünmüyordu. Acaba neredeydi? Bu saate kadar neden dönmemişti?
Bizi ilgilendiriyor mu?
Haklısın, ilgilendirmiyor İç Ses...
Sessizce düşüncelerimin arasında kaybolduğum sırada Efe’nin evinin ışıkları yandı. Sonra odalarının ışıkları sönerken balkonunun ışıkları yandı, kalbim o kadar hızlanmıştı ki oturuşum bile değişmişti. Karşı binanın camlarından Efe’yi görebiliyordum. Balkona girdi, sendeleyerek ilerledi ve koltuğuna yayıldı. On dakika kadar orada öylece hareketsiz bir halde yattıktan sonra bir şarkı mırıldanmaya başladı.
“Üzerinde gökkuşağı kaplıydı,
Tek bir renk onun için gökkuşağıydı.
Gökyüzü içindeydi,
Dışı tüm evrendi...”
Bu şarkı da neyin nesiydi? Bu sözler ondan daha önce hiç duymadığım sözlerdi? Bunlar benim için yazdığını söylediği Rengarenk Acılar şarkısının birkaç mısrası olmalıydı. Onu hüzünle dinlediğim sırada sustu. Sanki iyi değildi, mutsuzdu. Çaresizce yansımasını izlediğim sırada telefonum titredi. Telefonumun titremesiyle beraber duyduğum bildirim sesini o da duymuş olmalıydı. Yansıması kıpırdandı, başı benim yansımama doğru çevrildi. Yansımama birkaç saniye baktıktan sonra hayal kırıklığı içinde başını duvara çevirdi.
O sırada telefonumu elime aldım. Numara kaynaklarımın birine aitti.
“Kimden : Kaynak 7.”
“YKK, selam güzelim... Sana Efe ile ilgili bir haberim var. Haber elime şimdi ulaştı, eğer istersen hemen gönderebilirim. Ödememi yarın hesabıma geçersin.”
Ekrana korkuyla baktığım sırada parmaklarım hızla cevap yazıyordu.
“Kime : Kaynak 7.”
“Tabi, gönder gelsin.”
Ben korkuyla gelecek mesajları beklerken telefonum art arda titredi. Kaynağımın art arda attığı mesajları okumak için mesaj sayfasına girdiğimde karşıma çıkacak şeyden o kadar korkuyordum ki bir elim telefonumu tutarken diğer elim kalbimdeydi.
“Kimden : Kaynak 7.”
“Efe Duran bu akşam Meriç Turalan ile yemekteydi. Fotoğraflar ilk kez benim elimde! Ama birazdan her yere yayılır, acele et. Bir sonraki mesajımda tüm fotoğrafları gönderiyorum...”
“Fotoğraflar burada güzelim, ödemeyi yarın hallederiz. Öptüm, sosyal medyayı yıkacaksın!”
Titreyen ellerimde tuttuğum telefonumun ekranına bir bir düşen fotoğraflara acı içinde baktım. Efe ve Meriç karşı karşıya yemek yerken fotoğrafların birinde Meriç masanın karşısından uzanmış Efe’nin elini tutuyordu. Bunları görmeye daha fazla dayanamayarak telefonumun ekranını kapattım ve telefonumu masaya bıraktım. Ellerim hala titriyordu.
Bunca zamandır birçok ünlü hakkında birçok haber yapmıştım ve tüm bunların sonunda öğrendiğim tek şey ünlülerin dünyasının karmakarışık, kirli bir düzeni olduğuydu. Buna rağmen bir gün tüm kalbimle içlerinden bir tanesinin beni sevmesini dilemiştim. Severdi de, imkansız değildi. Oysa tüm kalbimle bildiğim tek şey onun parıl parıl parlamaya devam etmesi için benim de mutsuz olmamam için birbirimizden uzak durmamız gerektiğiydi. Ben buraya sadece bir iş yapmak için gelmiştim ve o işi yapmaktan vazgeçmiştim. Buradan gitmeli ve eski hayatıma geri dönmeliydim, vermem gereken tek karar buydu. Gözlerimin önündeki fotoğrafların bana verdiği acı bana ne kadar da haklı olduğumu gösteriyordu. Onunla olabilirdim, onu sevebilirdim ve o da beni sevebilirdi ama bir akşam vakti birbirimizi severken karşı karşıya oturduğumuzda bile telefonumu alıp onun hakkında çıkan haberleri acı içinde takip etmek zorunda kalmamalıydım, buna dayanamazdım.
Bu fotoğraflar kendi içimde verdiğim savaşın ne kadar haklı olduğunun kanıtıydı. Başımı kaldırdım, balkonumun renkli ışıklarını izledikten sonra dışarıda yağan yağmurda göz gezdirdim. Gözlerim en sonunda onun yansımasını buldu, bir süre onu izledim ve hüzünle dudaklarımı aralayıp onun şarkılarından birini boşluğa doğru fısıldadım.
“Sen kayıp şehirsin...
Herkes ararken,
ben buldum seni...”