12.Bölüm : Parlıyorsun

Beyza Alkoç

*Parlıyorsun Efe ve ben bunu söndürmeyeceğim.*

Yıldızlar her zamankinden güzel parlıyordu o gece. Ece yanımda oturmuş bana yaşadıklarını anlatırken ağlamamak için zor tuttuğum gözyaşlarım içime doğru akıyordu adeta... Üçümüz birlikte Efe’nin balkonunda oturmuş aklımın hayalimin alamayacağı bir gece yaşıyorduk. Yeni tanıştığım Efe Duran ve varlığından yeni haberdar olduğum kız kardeşimle sabaha kadar sohbet etmiş, acılarımızı paylaşmıştık.

“Efe abi, bizim sokaktaki çocuklar senin şarkılarını söylüyor, biliyor musun?” dedi Ece heyecanla. Efe gülümsedi. Gözleri gözlerime değdi ve ona acı içinde bir gülümsemeyle baktım.

“Sen de söylüyor musun?” diye sordu Efe. Ece başını iki yana salladı.

“Ben şarkı söylemem...” dedi sessizce.

“Neden?” diye sordu Efe. O an Ece ben aynı anda aynı cümleyi kurduk.

“Babam gürültüyü sevmez.”

“Babam gürültüyü sevmez.” Ece’nin gözleri gözlerime çevrildi. Bana şaşkınlıkla gülümsedi. Gözlerinde kendi gözlerimdeki yorgunluğu gördüm, küçücük bir çocuğun gözlerinin bu denli yorgun bakması bu dünyanın en büyük haksızlığıydı.

“Müzik gürültü değildir...” dedi Efe gülümseyerek.

“O zaman bana bir tane şarkını söyler misin Efe Abi?” diye sordu Ece, “Belki bir gün ben de sana söylerim...”

“Tabi ki söylerim ufaklık, gitarımı alıp geleyim...” Efe içeri girerken Ece bacaklarını oturduğu koltuğun minderlerine doğru çekti ve bacaklarını topladı. Elini yanağının altına koyup başını koltuğun kenarına yasladı. Gözlerini zar zor açık tutuyordu... Balkondaydık ve hava birdenbire bahar rüzgarıyla bozulmuştu.

“Üşüdün mü?” diye sordum tereddütle. Ece utanarak kollarıyla kendini sardı.

“Yok, üşümedim...” Gözlerim kollarına kaydı, tüyleri diken diken olmuştu... Üşüdüğü her halinden belliydi. Gülümseyerek ayağa kalktım. Bir anda uzanıp bileğimi tuttu.

“Nereye?” diye sordu korkuyla.

“Korktun mu? Korkma, sadece üzerine örtmek için bir örtü getireceğim...” Ece gözlerime ürkek bakışlarla baktı. Sonra başımı salladım.

“Tamam, ben gitmem. Efe’ye sesleneyim o getirsin, olur mu?” Başını salladı.

“Olur...” diye mırıldandı. Benimle tanıştığından beri bana karşı oldukça mesafeliydi, bu onun bana attığı ilk adımdı. Yerime oturdum ve içeri seslendim.

“Efe, Ece için bir örtü getirir misin?”

“Çoktan getirdim.” dedi Efe balkona elinde yeşil bir örtü ve gitarıyla girerken, “İçeri girerken üşüdüğünü fark ettim, al bakalım ufaklık.” Efe Ece’nin üzerini örterken onu hayranlıkla izliyordum. Bir gün bir çocuğu olduğunda, o çocuk çok şanslı olacaktı... Efe Ece’nin karşısına oturdu ve Ece gözlerinin kapanmaması için büyük bir çaba sarf ederken gülerek gitarını çalmaya başladı.

“Sen uyuyacak gibisin,” dedi, “Şimdi sana ninni çalmamı ister misin? Daha sonra kendi şarkılarımı da söylerim...”

“Ninni mi? O da ne?” diye sordu Ece. Başımı hüzünle yere eğdim.

“Bebeklerin uyuması için çalınan ve söylenen bir müzik türü...”

“Olur...” diye mırıldandı Ece halsizce. Efe gitarı ile güzel bir ninni melodisi çalmaya başladı, ne gariptir ki bu melodiyi ben de bilmiyordum... Daha sonra ninninin tekrar eden sözlerini mırıldanmaya başladı.

“Küçük yıldız,
Küçük yıldız,
Söyle bana nesin sen?
Gökyüzünde bir elmas gibi,
Dünyanın tepesinde uçuşuyorsun...
Küçük yıldız,
Küçük yıldız,
Söyle bana nesin sen...”

Ece melodiyi duyduğu anda uyuyakalırken benim de gözlerim kapanıyor gibiydi.

“Mine...” Efe’nin sesini duyduğumda çoktan uyumuş olduğumu anladım. Gözlerim önce tüm balkon takımını taradı fakat Ece yanımda değildi, karşımda da değildi.

“Ece nerede?” diye sordum endişeyle.

“Onu içeri yatırdım, sıra sende...” diye mırıldandı Efe beni hayranlıkla izlerken. Yavaş yavaş doğruldum ve gözlerimi ovuşturdum.

“Sıra bende mi?” dedim anlamayarak.

“Evet, sıra sende. Kalk bakalım.”

“Saat kaç?”

“Saat 02.36...” dedi Efe, “Hadi, gel. Uyu da dinlen. Yarın bütün günün Ece’yle geçecek, bu tempoya alışık değilsindir.”

Efe beni kolumdan tutup nazikçe kaldırdı. Uyku sersemi bir halde beni kolumdan tutan Efe’nin peşinden giderken nereye gittiğimin farkında bile değildim. Ta ki gözlerimi birkaç dakika sonra açıp Efe’nin yatağında olduğumu görene kadar. Buradaydım, Efe’nin yatağında tek başıma yatıyordum. Gözlerim komodindeki saate kaydı. Saat 02.47’ydi. Şaşkınlıkla doğruldum ve odanın içine bakındım. Daha sonra odanın kapısını açtım ve sessizce salona doğru ilerledim. Efe’yi kendi evinde kendi koltuğunda uyurken gördüğüm an donakaldım. Efe Duran bana yatağını vermiş ve koltukta yatmıştı... Öyle yorgun görünüyordu ki onu izleyen gözlerim minnet doluydu. Sessizce yanına doğru ilerledim, üzerine örttüğü pike açılmıştı. Pikesini omzuna kadar çektim ve birkaç saniyeliğine yüzünü izledim. Derin bir iç çektim, geri dönmek için doğrulduğum sırada Efe’nin sesini duydum.

“Teşekkür ederim...” diye mırıldandı uykulu sesiyle.

“Ne için?” diyerek ona döndüğümde uyku mahmuru gözleri yarı açık yarı kapalıydı.

“Üzerimi örttüğün için...” dedi sessizce. Gülümsedim.

“Senin benim için yaptıklarından sonra benim gelip senin üzerini örtmem çok da büyütülecek bir şey değildir galiba, değil mi?” Efe derin bir nefes aldı.

“Rüyamda karla kaplı bir dağın ortasında tek başıma kalmıştım, oradan oraya yürüyor yine de sıcak bir yer bulamıyordum. Sonra birden sen geldin, üzerimi örttün ve sona erdi rüyam. Sen bana aradığım ‘sıcak yer’i verdin Mine...” Efe’yi dinledikten sonra birkaç saniyeliğine yüzüne cevap vermeden baktım. Anlam vermeye çalışarak yere oturdum ve onu izlemeye devam ettim.

“Nasıl?” diye sordum.

“Ne nasıl?” dedi Efe şaşkınlıkla, uykusu açılmıştı ve artık daha net bakıyordu.

“Ben sadece senin üzerini örttüm... Bu kadar basit bir şey bile seni nasıl bu kadar minnet dolu yapabiliyor?” Efe uyurken dağılmış saçlarını karıştırırken gülümsedi.

“Üzerimi bir başkası örtse bunun için gözlerimi açıp teşekkür etmezdim Mine...” dedi sessizce, “Senden başka kimseye teşekkür etmezdim.”

“Neden?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

“Çünkü bazı insanlarla konuşabileceğin her fırsatı değerlendirmek ve konuşmak istersin. Ben uyurken gelip üzerimi örtebilirdin ve ben de uykuma devam edebilirdim ama seni bir sonraki görüşüm uyandığımız sabah olurdu. Bu durumda seninle ilk konuşmamı da sabah yapabilirdim. Oysa ben seninle olabilecek her fırsatta konuşmak istiyorum.”

“Farklı bir anlamda değil, değil mi?” diye sordum tereddütle.

“Nasıl bir anlamda olup olmadığını soruyorsun?” derken Efe’nin bozulduğu belliydi.

“Yani... Bunları arkadaşça söylüyorsun... Değil mi?” diye sorduğum an Efe gözlerini benden kaçırdı ve yerdeki halıya bakmaya başladı.

“Sen bunları arkadaşça söylediğime inanmak istiyorsan öyle söylediğime inan Mine... Ne anlamda söylediğimin bir önemi yok, ne söylediğim çok açık, seni görmeyi ve seninle konuşmayı seviyorum. Bunu yapabileceğim her an yapacağım, gecenin bir vakti üstümü örttüğünde bile.”

“Tamam...” diye mırıldandım, “Ben de teşekkür ederim.”

“Ne için?” diye sordu gözlerini tekrar gözlerime çevirerek.

“Yatağını bana verdiğin için.” Gülümsedi.

“Önemli değil...” dedi sessizce ve bakışlarını tekrar yerdeki halıya çevirdi.

“Ve benim yüzümden koltukta yatmayı sorun etmediğin için...” diye devam ettim.

“Önemli değil...” dedi tekrar. Gülümsüyordu ama moralinin bozuk olduğu belliydi. Aramızda birkaç dakikalık bir sessizlik oldu.

“Sabah Ece ile birlikte kendi evime geçeceğim. Sen uyanmamış olursan uyanmanı beklemeyiz, rahatına bak ve dinlen. Büyük konsere çok az kaldı...” dedim buruk bir gülümsemeyle. Efe gözlerini gözlerime çevirdi.

“Konsere geleceksin, değil mi?” diye sordu. Bu sefer bakışlarını kaçıran bendim.

“Gelmeyecek misin?” diye ekledi. Sanki konsere gitmem onun için iyi olmayacaktı, sanki ben oradayken dikkati müziğinde değil bambaşka konularda olacaktı. Fakat şimdi gelmeyeceğimi söylersem de beni ikna etmeye çalışacaktı.

“Geleceğim...” diye yalan söyledim, “Bir aksilik olmazsa...” Efe başını salladı.

“Bir aksilik olmaz, kaç gündür şarkılarımı dinliyorsun, şarkılarıma ilham veriyorsun... Orada olmanı gerçekten çok istiyorum Mine.” Başımı salladım.

“Orada olacağım...” dedim gözlerim yerdeki halının üzerinde dolaşırken.

Ona yalan söylemeyi kesecek misin, Mine?

Bu onun iyiliği için, İç Ses.

“Senin için sahne önünden bir yer ayarladım. Oraya bir kişilik yer daha açacağım... Ece için.” Efe’nin cümlesini duyduğum an kendimi o kadar kötü hissettim ki zar zor yutkundum. O beni ve Ece’yi bu kadar hevesle beklerken o gece orada olmamak ona yapabileceğim en büyük haksızlıktı.

“Teşekkür ederiz.” diye mırıldandım titreyen sesimle. Belki de gitmeliydim, gidip yanında olmalıydım...

“Bu arada...” dedi tereddütle, “Meriç de orada olacak... Yapım şirketimin benim için tezgahladığı şu sahte sevgili meselesi yüzünden...” Bozularak başımı salladım. Gözlerim birkaç saniye daha halıda gezdikten sonra burnumu çektim.

“Beni ilgilendirmiyor, kimi çağırmak istersen çağırırsın...”

“Ben çağırmadım, çağırmak da istemiyorum. Bunu zorunda olduğum için yapıyorum.” Öfkeli olduğu, kendisini bana açıklamak istediği her halinden belliydi.

“Sorun yok Efe... Sıkma canını, kimseye açıklama yapmak zorunda değilsin.” Toparlanarak ayağa kalktım.

“Gidiyor musun?” diye sordu hayal kırıklığı içinde. Başımı salladım.

“Uyumam lazım, senin de söylediğin gibi yarın yorucu bir gün olacak...”

“Sabah beni uyandırmadan gitmeyin, kahvaltı yapalım... Lütfen.” Efe’nin gözlerine uzun uzun baktım. Ne yapmam gerektiğini, kendimi geri çekip çekmemem gerektiğini bilmiyordum. O kadar çaresizdim ki arafta kalakalmıştım. Efe Duran’a karşı tavrım ne olmalıydı en ufak bir fikrim bile yoktu. Tek korkum onu üzmek ve üzülmekti...

“Sabah Ece uyanır uyanmaz aşağı ineriz Efe. İşlerine odaklan ve iyice dinlen. Konserde görüşürüz...” diyerek arkamı döndüm. O sırada Efe’nin sesini duydum.

“Konsere kadar görüşmeyecek miyiz?” Sesi o kadar üzgün geliyordu ki bir kez daha ona döndüm. Derin bir nefes aldım.

“İşlerini ihmal ediyorsun, farkında değil misin? Günlerdir aptal dertlerimle meşgulsün. Sen hayatının en parlak zamanındasın... Parlıyorsun Efe ve ben bunu söndürmeyeceğim.” Ben bunları söylerken Efe’nin aklı az önce sorduğu soruda kalmıştı.

“Konsere kadar görüşmeyecek miyiz?” diye tekrarladı hayal kırıklığı içinde.

“Konsere kadar bizimle görüşmemen senin için en iyisi...” dediğim an yüzündeki üzüntü kalbimdeki en hassas noktaya dokunmuştu.

Sen ne istediğini bilmeyen bir aptalsın Mine...

Onun iyiliğini istiyorum, tek bildiğim bu İç Ses.

“Sen nasıl istersen...” diye mırıldandı Efe. Başımı salladım.

“İyi geceler ve şimdiden iyi çalışmalar...”

“İyi geceler...” diye mırıldandı sessizce.  Ona arkamı döndüm ve ağır ağır odasına doğru ilerledim. Kalbim huzursuzluk içinde çarparken Efe’nin yorganının altına girdim. Onun kokusu eşliğinde gözlerimi kapattım. Doğru olan ondan uzak olmamdı. Üzerimde nereye gitsem benimle gelen karanlık bir bulut vardı sanki ve Efe’yi de o bulutun altına çekmeyecektim.

Sadece üç saat önce 7 Eylül günüyle tanışmıştık. Büyük konsere tam üç gün kalmıştı. Tüm gözler Efe’nin nasıl parladığını izlerken onu söndüren insan ben olmayacaktım...