11.Bölüm : Müzik Kutusu
*İçimdeki yangını söndürmek mümkün ama yanmak da bir seçenek...*
“Ben arabada beklesem olur mu Efe? Şu an herhangi bir ailenin içinde bulunmak istemiyorum.”
“Tamam,” diye mırıldandı, “Beş dakika sonra buradayım...”
Efe ve ben Ece’yi o daha uyanmadan Efe’nin teyzesine emanet ettikten sonra eskiden yaşadığım mahalleye, Barbaros’a doğru yola çıkmıştık. Efe yol üzerinde annesinin yatmakta olduğu hastanenin önünde durmuş ve onu görmek üzere hastaneye girmişti. Bildiğim kadarıyla annesinin durumu gayet iyiydi ve yarın sabah taburcu olacaktı. Arabada durmuş bugün yaşadığım içsel değişimin ağır yüküyle başa çıkmaya çalıştığım sırada gök gürledi. Arabanın camları yağan yağmurdan dışarıyı gösteremez bir hale geldiğinde kendimi koskoca bir yağmurun ortasına hapsedilmiş hissettim. Yağmura hapsedilmek ne güzeldir, bilir misiniz? Sonsuz bir yangının içinde çaresizce beklerken beklenmeyen bir yağmurun altında kalmak nasıl bir histir, bilir misiniz? Alevlerin ortasında kurtuluşu beklerken sağanak bir yağmurun alevleri söndürmesini izlemek nasıl güzeldir, tahmin edebiliyor musunuz? Bir insanın gelebileceği en acınası hal duygularından habersiz kalmaktır. Ben çocukluğumdan bu yaşıma kadar ne hissettiğimi bilmeden büyüdüm, ne kendimi ne duygularımı tanıyabildim, ne de hislerimi sorgulayabildim. Çünkü bana çocukluğum boyunca öğretildiğine göre benim duygularım, hislerim, düşüncelerim hep önemsizdi...
“Ben hastaneye girip gelene kadar resmen fırtına çıkmış...” Efe telaşla koltuğuna oturup kapısını kapattığında sırılsıklam olmuş haline baktım. Dışarıdan gelen korna sesleri insanların telaş içinde bir an önce evlerine veya işlerine dönmeye çalıştıklarını gösteriyordu.
“Çok ıslanmışsın, hasta olacaksın. Arabanda havlu yoktur, değil mi? Saçlarını kurutman için soruyorum...”
“Hayır, yok tabi ki. Ama arka koltukta bornoz olacaktı.”
“Ne?” dedim şaşkınlıkla arka koltuğa doğru dönerken.
“Şakaydı...” dedi Efe gülerek, “Arabada havlu olup olmadığını sordun ya, o yüzden espri yapayım dedim... Birkaç paket selpak var. Onlarla kurularım, merak etme. Hatta arabayı da hemen ısıtalım.” Efe arabanın klimasını açıp yola çıkarken gözlerim hastanede takılı kaldı.
“Annen nasıl?” diye sordum.
“Gayet iyi. Bu akşam taburcu olacak. Kalp krizi geçirmeden önce bu kadar sağlıklı değildim gibi şeyler söylüyor...” Sessizce güldüm.
“Annen çok tatlı bir kadına benziyor.” Efe başını salladı.
“Evet, çok iyi anlaşacaksınız.” Kaşlarımı çatarak ona döndüm, “Anlaşırdınız yani.” diye düzeltti. Gülümseyerek önüme döndüm. O sırada Efe radyoyu açtı. Karşımıza bir kez daha Efe’nin şarkılarından biri çıkınca gururla ona baktım.
“Kendinle gurur duymalısın.” diye mırıldandım, “Bu çok büyük bir başarı, biliyorsun değil mi?” Efe başını salladı.
“Ne kadar başarılı olursam olayım asla senin kadar başarılı olamam...” dediği an anlam vermeye çalışarak yüzüne baktım.
“Nasıl yani?”
“Yaşadığın hayata rağmen onları böylece atlatıp bugüne bu kadar güzel bir ruhla gelebilmen muhteşem bir başarı Mine.” Derin bir nefes aldım.
“Ben sadece hayatta kalmaya çalıştım... Bu kadar.”
“Senin bu halde olmana hayat bile şaşırıyordur, emin ol. ‘Bu kadar vurdum, nasıl düşmedi?’ diyordur...”
“Belki de düşmüşümdür. Belki şu an yerdeyimdir.”
“Zirvedesin.” dedi gözlerimin içine bakarak, “Parlıyorsun.” Dolu gözlerimi onun gözlerinden kaçırıp dışarıda yağan yağmura çevirdiğimde radyodan gelen şarkıya odaklandım. Efe’nin güzel sesi yağmur sesiyle birleştiğinde ortaya muhteşem bir şölen çıkıyordu.
“İçimde yangınlar,
Durmadan çağırırlar.
Gelirsen söndürürüz,
Gelmezsen yok oluruz...
Seninle hiç var olamadık ama,
İster misin yok olmak?”
Yarım saat sonra Barbaros’a vardığımızda geçtiğimiz her bir sokakta kendimi görmeye başlamıştım.
“Şuradan ekmek alırdım.” diye fısıldadım gözyaşlarıma hakim olmaya çalışarak, “Terliklerimle koşa koşa caddeye çıkardım. Sonra tam burada durur şu kırtasiyenin camındaki oyuncaklara bakardım. Müzik kutularına bakar ve onları hayranlıkla izlerdim.” Ben arabanın camından kırtasiyenin vitrinindeki müzik kutularını izlerken Efe bir anda arabayı kırtasiyenin önüne park etti.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum.
“Bekle burada.” Arabadan aşağı inip kırtasiyeye girdi. Ben şaşkınlıkla onu izlerken o birkaç dakika sonra elinde bir sürü müzik kutusuyla çıktı. Önce benim kapımı açtı. Müzik kutularını hiçbir şey demeden kucağıma bıraktı ve kendi koltuğuna geçip tekrar yola çıktı.
“Bunu neden yaptın?” diye sordum.
“Onlar sana aitti.” dedi, “Ben onları sadece sahibine kavuşturdum.” Nutkum tutulmuş bir halde kucağımdaki müzik kutularına baktım. Vitrindeki tüm müzik kutularını almış, bana hediye etmişti. Çocukluğum boyunca en büyük hayalim bu müzik kutularına bir kez olsun dokunmaktı, onların müziğini bir kez olsun dinlemekti. Müzik kutularından birini elime aldım ve çevirip müziğini dinlemeye başladım. Naif tını kulaklarıma ulaştığında gözlerimi kapattım. Sol gözümden bir damla yaş aktı. Sonra gözlerimi açtım ve orayı gördüm... Evimi.
“Burası.” dedim sessizce, “Burası orası...” Efe başını salladı.
“Hazır mısın Mine?” Tam arabayı park ediyordu ki kolunu tuttum.
“Dur.” dedim, “Yapma. Gidelim buradan. Bu kadarı yeterli.”
“Hayır. Yeterli değil. İneceğiz, sadece bir dakika da olsa inip şöylece bir bakmanı istiyorum bu eve. Ayaklarının üzerinde...” Efe arabayı evin önüne park ettiğinde karnımın ağrıdığını hissediyordum. Yine o çocuğa dönmüştüm, eve yaklaştığında korkudan karnı ağrımaya başlayan o küçük Mine’ye... Efe arabadan inip kapımı açtı.
“Hadi.” dedi, “Sadece bir dakika, ayaklarının üzerinde...” Derin ve titrek bir nefes aldım. Titreyen bacaklarımla arabadan aşağı bir adım attım. Kaldırım taşlarına baktım, terlikli ayaklarımı hatırladım. Sonra ayağa kalktım ve Efe ellerimi tutarken titreye titreye bu eve baktım.
“Ben geldim...” diye mırıldandım, “Sapasağlam ve ayaktayım. Ben geldim...” Sadece bir dakika boyunca orada öylece durdum. Evi izledim, eski perdelerimizi, eski pencerelerimizi, camları hala kırık olan kapımızı izledim.
“Artık binebilir miyim?” diye sordum. Efe başını salladı.
“Binebilirsin...” Titreyen vücudumu arabaya zar zor attım. İkimiz de yağmurdan sırılsıklam olmuştuk. Arabanın sıcağı bizi bir anne gibi sararken uykumun geldiğini hissettim. Sanki üzerimden kocaman bir yük kalkmıştı ve hafiflemiştim...
“Nasıl hissediyorsun?” diye sordu Efe.
“Hafif...” diye mırıldandım, “Ama içim hala alev alev... İçimde kocaman bir yangın var Efe...”
“Ve biz o yangını söndürebiliriz Mine.”
“İçimdeki yangını söndürmek mümkün ama yanmak da bir seçenek. Söylesene Efe, hangisini seçmeliyim sence?”
“Beni...” diye mırıldandı, “Beni seç. Benim içimdeki yağmurlar ve senin içindeki ateş birleşirse içindeki yangını söndürebilirim sanırım. Bırak arkadaş olalım, içindeki yangını söndürmene yardım edeyim.”
“İçimdeki yangın çok büyük. Söndüğünde ardında kalacak duman bizi kaybeder Efe... Seni seçemem. Beni affet.”
“Kaybolmaktan bu kadar korkuyor musun?”
“Kendimin değil... Senin kaybolmandan korkuyorum. Ben zaten koskoca bir belirsizlikten ibaretim. Seni de sisli dünyama çekemem... Sen içine yağmurlar yağan, spot ışıklarının altındaki o parlak çocuksun Efe. Öyle de kalacaksın. Benden uzak durmalısın. Ben senin ışıklarını söndürmeyeceğim, yağmurunu dindirmeyeceğim, seni dumanlarımın içine çekmeyeceğim...”
“Söz hakkım yok mu?”
“Yok. Seni seçmeyeceğim Efe. Bu kadar... Sen benim yanımda olmamalısın. Bu sana sadece zarar verir.”
“Zarar görmek umrumda değil.” dedi tahammülsüzce, “Gördüğüm en gerçek insansın. Etrafımdaki herkes bu kadar sahteyken sen gördüğüm en gerçek ruha sahipsin.”
“Hayatına girdiğimden beri benim hayatımı düzeltmeye çalışıyorsun. Babamı dövdün, kardeşim olduğunu öğrendin, onu bana getirdin. Sen bir yıldızsın Efe. Hayatının tek amacı parıl parıl parlamak. Şu an bütün Türkiye tarafından tanınıyorsun. Üstelik sadece yeteneğinle değil, karakterinle ve efendiliğinle de biliniyorsun. Ya bunları öğrenirlerse? Efe Duran bir adamı dövdü ve kızını kaçırdı diye haber yaparlarsa? Korkmuyor musun?” Efe omuz silkti.
“Çocuklarını döven bir babayı dövdüm ve dövdüğü çocuklarından birini ondan alıp ablasına getirdim. İstedikleri kadar haber yapabilirler, hatta ne var biliyor musun, bunu çıkıp kendim anlatacağım onlara.”
“Kime?”
“Herkese. Tüm Türkiye’ye...” Sonra telefonunu çıkardı. Rehberinden bir numaraya tıklarken onu şaşkınlıkla izliyordum.
“Ne yapıyorsun?” dediğim sırada o telefonun karşısındaki isimle çoktan konuşmaya başlamıştı.
“Bülent... Bana yarın sabah için bir basın toplantısı ayarlamanı istiyorum. Sorgulama... Sadece ayarla. Kapatıyorum.”
“Efe, sen ne saçmalıyorsun? Bunu çıkıp herkese anlatamazsın. Bu senin kariyerinin sonunu getirebilir. İnsanlardan hiç beklemediğin tepkiler alabilirsin, sana ‘Bir aileyi bozmak ne haddine?’ denebilir. Sen sessizliğinle tanındın ve sessiz kalmak zorundasın.”
“Ben hiçbir şey yapmak zorunda değilim. Kariyerim umrumda mı sanıyorsun?”
“Umrunda olmak zorunda. Sen muhteşem bir yeteneksin Efe, seni seven milyonlarca insan var. Yeteneğine arkanı dönemezsin, seni sevenlere arkanı dönemezsin. Bırak seni nasıl tanıyorlarsa öyle tanımaya devam etsinler. Sessiz, sakin...”
“Ama bu ben değilim.”
“Efe bir başkası olabilir ama Efe Duran tam olarak benim tarif ettiğim insan. Eğer yarın sabah bir basın toplantısı yapıp bunları anlatır ve büyük konserin öncesi dikkatleri yeteneğinden böyle bir olaya çekersen kardeşimi de alır binandan taşınırım Efe. Haberin olsun.”
Hiçbir cevap vermedi. Dönüş yolu boyunca tek kelime daha konuşmadık. Evin önüne geldiğimizde ise ona hiçbir şey söylemeden arabadan indim. Fark ettim ki onunla yakın olmam onun kariyerini etkilemeye başlamıştı, ondan uzak kalmam onun için en iyisi olacaktı.
“Ece’yi alıp evime geçeceğim.”
“Tamam...” dedi hayal kırıklığına uğramış bir halde. Birlikte asansöre bindik. Hiç konuşmadan asansörden inip Efe’nin evine girdik. Efe’nin teyzesi ve Ece’nin seslerini duyuyorduk. Sanırım yemek yiyorlardı.
“Mutfaktalar.” dedi Efe. Başımı sallayarak mutfağa girdim. Efe de peşimden geliyordu. Ece başını bize doğru çevirdiğinde gözlerini gördüm, benim gözlerimin aynısıydı. Ben onun gözlerine duygulanarak baktığım sırada o gülümsedi.
“Efe Abi!” dedi ve gülerek Efe’ye sarıldı.
“Ne yaptın bensiz cimcime?” Efe Ece’ye doğru eğilip cebinden çıkardığı müzik kutularından birini ona uzattı.
“Aaa, ben bunu çok istiyordum!” dedi Ece sevinçle, “Bizim bir kırtasiyeci abimiz vardı. Her gün önünden geçip bunlara bakıyordum.” dediği an içimde çok büyük bir acı hissettim. Efe ile göz göze geldik.
“Geç kızım otur, yemek yiyin.” Efe’nin teyzesi bize yemek koyarken Efe’ye döndüm.
“Biz artık gidelim.” diye mırıldandım.
“Efe abi bu abla kim?” Ece bana korkarak bakıyordu.
“Hani sen bana yolda anlatmıştın, hatırladın mı? Bir ablan olduğunu söylemiştin, isminin Mine olduğunu söylemiştin...”
“Evet, hatırladım...” dedi Ece. Efe bana baktı, Ece’ye gerçeği benim açıklamamı istiyordu. Titrek bir nefes aldım ve Ece’ye doğru eğildim.
“Ben Mine.” diye fısıldadım gözyaşları içinde, “Ben senin ablanım...” Ece yüzüme şaşkınlıkla baktı. Sonra gözlerinden birkaç damla yaş aktı.
“Sen... Mine misin?” dedi. Başımı salladım. O da ben de ağlıyorduk.
“Ben senin terliklerini giyiyordum, biliyor musun? Onlar seninmiş... Kızdın mı bana?” Duyduğum cümleler karşısında bağıra çağıra ağlamak istiyordum. Ama bunu yapamazdım.
“Bu kıyafetler de senin. Hatırladın mı?”
“Hatırlamıyorum...” dedim titreyen sesimle, “Hatırlamıyorum... Ama sana kızmadım, nasıl kızabilirim?” Ece bana bir anda sıkı sıkı sarıldı. Küçücük zayıf bedeninin üzerindeki morlukların ne kadar acıdığını tahmin edebiliyordum. Onunla dakikalarca sarıldık. Sonra elini tuttum ve ayağa kalktım.
“Hadi, artık evimize gidelim.” Ece mızmızlanarak Efe’ye baktı.
“Ama biz burada kalmayacak mıyız?” diye sorduğunda ağlıyordu, “Ama Efe Abi burada.”
“Biz de bir alt katta olacağız, bizim evimiz orası.”
“Olmaz ama... Efe Abi bana masal anlatacağını söylemişti. Söz vermişti.” Gözlerim Efe’nin gözleriyle buluştu.
“En azından bu gece...” diye fısıldadı. Bir ona bir Ece’ye baktım ve sonunda pes ettim.
“Tamam,” diye mırıldandım, “Sadece bir gece...”
Efe ve Ece gülüşerek yemek yerken yanlarında oturmuş tabağımdaki yemekle oynayıp onları izliyordum. Efe’nin teyzesinin sorgulayan bakışları altında utançtan ölürken tek umrumda olan burada nasıl hissettiğimdi. Garipti... Ama burada evimde gibi hissediyordum. Alt katta veya kilometrelerce ötede değil. Burada...