35.Bölüm : Efe ve Mine’nin Devri.
*Dünya yalnızca bizim için dönecek, günler bizim için birbirine bağlanacaktı.*
Lansmanın yapılacağı mekana ulaştıktan sonra hazırlanabilmemiz için Efe ile yan yana odalara alındık. Benim için ayrılmış kıyafet yeni tasarım çantalarının lansmanına geldiğimiz markanın zümrüt yeşili elbisesiydi. Bana ayırdıkları ayakkabılar ise pastel yeşili bir çift topuklu ayakkabıydı. Üzerimi giyindikten sonra içeri giren güzellik uzmanı saçlarıma hızla fön çekip yüzüme biraz renk verdi.
“Seni yıllardır takip ediyorum.” dedi yanaklarıma allık sürerken, “Bugün burada olacağını öğrenince seni hazırlayabilmek için patronlarıma yalvardım resmen! En büyük Yeşil Küpeli Kız hayranı olabilirim!” dedi heyecanla. Utanarak gülümsedim, ellerim heyecandan buz gibi olmuştu.
“Teşekkür ederim, ne diyeceğimi bilemiyorum...”
“Ne demek! Teşekkür etmelik bir şey söylemedim, seni gerçekten çok seviyorum. Hepimiz çok seviyoruz. Yıllardır hiç görmediğimiz kız kardeşimiz, ablamız, arkadaşımız gibi olmuştun. Ne yalan söyleyeyim, seni hiç bu kadar güzel hayal etmemiştim...” Gülümseyerek başımı eğdim.
Bunca yıldır ismimi ve fotoğraflarımı saklayarak anonim bir şekilde sosyal medyada var olmak çok daha kolay, çok daha özgüven vericiydi. Şimdi her şeyimle ortada olunca kendimi çırılçıplak kalmış gibi hissediyordum. Resmen ellerim titriyordu.
Sakin ol Mine, olsa olsa bir saat buradasın!
Haklısın İç Ses, sadece bir saat buradayım. Sonra da milyonlarca insanın izleyeceği bir programda olacağım. Kesinlikle sakin olunacak bir haldeyim(!)
Kapının çalmasıyla birlikte açılması da bir oldu, içeri giren Efe ve Bora’ydı. Efe üzerine siyah bir kumaş pantolon, beyaz bir gömlek ve gri çizgili siyah bir kumaş ceket giymişti. Yine o kadar yakışıklı görünüyordu ki içinde bulunduğum heyecan, stres ve kıskançlık arasında sıkışıp kalmış gibi hissettim o an.
“Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum,” dedi Efe yanıma yaklaşıp ellerini bana uzattığında, “Yanımda olmanın mutluluğunu mu yoksa seni buralardan alıp gidemememin öfkesini mi, yoksa bu kadar güzel olmanın kıskançlığını mı daha çok hissetmem gerektiğini bilmiyorum...” diye fısıldadı kulağıma doğru.
“Aynı şeyleri hissetmemize sevindim.” diye cevapladım onu.
Efe’nin elini tutup kalktıktan sonra beni hazırlayan kıza döndüm. Bize hayranlıkla dolu bir gülümseme içinde bakıyordu.
“Çok memnun oldum, her şey için çok teşekkür ederim.” dedim gülümseyerek.
“Ben de çok memnun oldum. Mutluluklar dilerim!”
Gülümseyerek odadan çıktığımız sırada Efe’nin aranan eli sonunda gelip elimi tuttu. Başımı eğip ellerimize baktığımda kalbim heyecandan duracak gibiydi. Bora önümüzden ilerlerken bir yandan bize bilgiler veriyor, bir yandan yanında yürüyen asistanının gösterdiği organizasyon belgelerini inceliyordu.
“Burası çok vaktinizi almayacak. Tek istedikleri markanın sahipleri ile bir pozunuzun olması. Sonrasında hemen programa geçeceğiz. Yorucu bir tempo olacak ama birkaç saate serbestsiniz, öyle düşünün.”
“Bize soru soracaklar mı?” diye sordum stres içinde.
“Yani, magazincileri bilirsin...” diyerek gülümsedi Bora.
“Cevap verecek miyiz?” dedim.
“Sen nasıl istersen öyle yapacaksın Mine.” dedi Efe, “İstemediğin hiçbir şey olmayacak.”
Yürürken bile fotoğraflarımız çekiliyordu. Attığımız her adımın neredeyse on tane fotoğrafı vardı. Ünlüler hakkında bu zamana kadar birçok haber yazmıştım ama yaptıkları işin mental boyutunun bu kadar zor olduğunu hiçbir zaman düşünememiştim.
“Ben şimdi burada kalıyorum.” dedi Bora başıyla karşıdaki gösterişli standı göstererek, “Bunlar marka sahipleri. Yanlarına gidip kısaca sohbet edip birkaç fotoğraf çekildikten sonra karşı koridordan ilerleyebilirsiniz. Ben de peşinizden geleceğim.”
“Bu kadar mı?” diye sordum merakla. Bora gülümsedi.
“Bu kadar Mine, stres yapma! Rahat ol.” dedi gülümsemeye devam ederken
“Keşke stres yapmamak söylendiği kadar kolay olsaydı!” Heyecandan titreyen ellerimi sakinleştiren tek şey ellerimden birinin Efe ile temas ediyor olmasıydı.
Karşımızda iki genç iş adamı vardı. Bu nedense Efe’nin gerilmesine sebep olmuştu. Elimi daha sıkı tuttuğu sırada gösterişli standın olduğu yöne doğru yürüyorduk. Adamlar bizi görünce gülümseyişleri büyüdü.
“İki genç aşık, hoş geldiniz! Ben Batuhan Serez.” dedi adamlardan biri, ikisini de sima olarak tanıyor gibiydim ama isimlerini bilmiyordum.
“Ben Furkan Serez. Bugün sizi aramızda görmek ne güzel. İyi ki geldiniz.” dedi diğeri. Kardeş olmalılardı.
“Teşekkür ederiz.” diye mırıldandım sessizce, bakışlarım Efe’ye yöneldi.
“Sizi görmek de çok güzel, uzun zaman olmuştu...” dedi Efe gergin bir sesle ellerini sıkarken. Adamları tanıyor muydu? Onları nereden tanıdığını sormak, daha doğrusu dedikodularını yapmak için sabırsızlanıyordum.
“Evet, biliyorsun işler büyüyünce Sarıyer’e taşındık Efe.” diyen Furkan Serez’in sesinde bir kıskandırmaya çalışma çabası mı seziyordum bana mı öyle geliyordu? Aralarında inanılmaz gergin bir enerji vardı.
“Görebiliyorum,” dedi Efe, “İşlerin büyümemesi imkansız gibiydi, en başından beri tanıtımlarınız için hep çok ünlü isimlerle çalıştınız. Benim gibi.”
Gülmemeliyim, gülmemeliyim, gülmemeliyim!
Efe’nin cevabı ikisinin de yüzündeki gülüşü dondururken anladığım kadarıyla eskiden üçü de aynı muhitte otururken bir yerden sonra diğer ikisi kurdukları işin başarılı olması sebebiyle oradan taşınmış ve oldukça kibirli bir ruh haline girmişlerdi.
“Ve hanımefendi gibi...” dedi Batuhan Serez, “Elbisemiz size çok yakışmış. Bizzat benim tasarımım. Az önce sizi bu elbise içinde gördüğüm an bu elbise içinde bir reklam filmimizde oynamanızın ne kadar harika bir fikir olacağını düşünüyordum. Yanılıyor muyum kardeşim?” dedi Furkan’a dönerek.
Eyvah, durum karışmaya başladı Mine!
Bakışlarımı koridorun karşısına çevirip Bora’ya baktım. Bora soran gözlerle bana bakarken ona bakışlarımla ortamdaki gerginliği anlatmaya çalışıyordum. Bana eliyle öyle bir işaret yaptı ki Efe’yi sakinleştirmem gerektiğini anladım.
“Mine bensiz hiçbir yerde görünmeyecek.” dedi Efe, “Üstelik bir gün bir markanın reklam yüzü olacak olsa bile işleri ayak üstü değil profesyonel yöntemlerle yürüten bir markayı tercih edeceğine eminim. Bir talebiniz varsa menajerimizden randevu talep edebilirsiniz.”
Efe’nin cevabı ortamda buz gibi bir sessizliğe neden olurken tam o an yapmam gereken tek bir şey olduğunu biliyordum. Bizi bir an önce buradan götürmeliydim!
“Ah, bizi çekiyorlar...” diyerek Efe’nin yanında durarak karşıdaki onlarca kameraya gülümsedim.
Mecburen hep birlikte kameraya dönüp poz verdikten sonra burada işimiz bitmişti.
“Geldiğiniz için tekrar teşekkürler.” dediler aynı anda, farklı kelimelerle. O sırada Efe söze girdi.
“Ne demek, katılacağımız canlı yayına giden yolumuzun üzerindeydiniz. Uğramış olduk. Size güzel bir gün dilerim. Gel sevgilim.”
Efe son sözünü söyleyip elimi daha sıkı tutarak benimle birlikte yürürken içinden çıktığımız ortam o kadar gergindi ki boynum resmen kasılmaktan ağrımıştı. Bora ile nihayet bir araya gelip hızla yürüdüğümüz sırada Efe hala gergindi.
“Ne oldu?” diye sordu Bora, “Sorun ne?”
“Bu iki aptalın lansmanına geldiğimizi bilseydim bunu asla kabul etmezdim. S*ktiğimin egoistleri.”
“Tanışıyor musunuz?” dedi Bora şaşkınlıkla.
“Aynı mahallede büyüdük. Sonra marka kurdular, şansa başarılı oldular ve adam olduklarını sanıyorlar. Program için Mine’ye başka bir elbise bulmamız lazım.” dedi Efe sesinden atamadığı gerginlikle.
“Neden? Elbise gayet güzel. Adamların hediyesi. Lansmana katılan tüm kadınlara onların tasarladığı elbiseler hediye edildi.” diye açıklamaya çalıştı Bora. Efe ise dinleyecek veya ikna olacak gibi değildi.
“İşte o yüzden başka bir elbise bulmamız lazım. Bunu da çöpe atın gitsin.”
Ben tek bir kelime bile edemiyordum. Belli ki Efe gerçekten de o ikisinden nefret ediyordu. Üstelik adamların kibirli oldukları her hallerinden belliydi. Efe’yi benim üzerimden kıskandırmaya çalıştıkları da çok netti. Bana kalırsa haklıydı, yerinde olsam aynı tepkileri verirdim. Bora bana bakıp gözlerini devirirken ona gülümsedim.
“Haklı...” dedim sessizce, “İnan bana.”
“Sen öyle diyorsan...” dedi Bora sessizce gülümseyerek. Aramızda çok daha mantıklı olanın ben olduğumu biliyordu. Bora telefonunu çıkarıp bir telefon görüşmesi yapıp programın yapılacağı yere yeni bir elbise getirilmesini söylerken Efe ve ben el ele yürümeye, gazeteciler ise fotoğraflarımızı çekmeye devam ediyordu.
“Az kaldı.” dedim Efe’nin gerginliğini hissederek.
“Arabaya binmemize mi?” diye sordu dalgın bir sesle.
“Hayır, tüm bunların bitmesine... Halk seni seviyor, beni seviyor. Aşkımızı seviyorlar... Bizi bu kadar seven milyonlar olduktan sonra yapım şirketinin o sözleşmeyi feshetmek zorunda kalacak olmasına çok az kaldı Efe. Hislerime güven. Bu son gerginliklerin, son huzursuzlukların.”
Tüm gazetecilerin, kamera seslerinin ve ışıklarının arasında, tüm bu telaşın arasında başımı Efe’ye çevirdim. O da başını bana çevirdiği an ona umutla baktım.
“Sonra sadece sen ve ben...” dedi Efe yürüdüğümüz kalabalık yolda bir yandan yürüyüp bir yandan gözlerime bakarken.
“Sonra sadece ben ve sen Efe, aynen öyle.” dedim sessizce.
Az kalmıştı, biliyordum. Tüm bu kalabalıklardan, kaostan ve karmaşadan uzaklaşmamıza ve baş başa kalmamıza çok az kalmıştı. Hayatın bizim lehimize dönmesine, saatlerin bizim için işlemesine az kalmıştı.
Gün gelecekti, Efe ve Mine’nin devri başlayacaktı. Dünya yalnızca bizim için dönecek, günler bizim için birbirine bağlanacaktı. Kalabalıkların arasından eksile eksile sıyrılacak ve en sonunda iki kişi kalacaktık.
Bu beni hayata bağlayan tek şeydi.