31.Bölüm : Benim İstisnam Sensin
*Sen benim bu hayatta kendi içimdeki öfkeli çocukla verdiğim en büyük mücadelenin sebebisin.*
-
“Kabul mu etmişti?”
Efe’nin sesi kafamın içinde dönüp dururken buna ne gibi bir açıklama yapabileceğimi bilmiyordum. Tam bir salak gibi kalakalmış Efe’ye bakıyordum. Ne diyecektim ki? “Sen gidince ben de bir aylığına Doğukan’ı davet etmiştim.” mi?
Aynen öyle yapmadın mı Mine?
Keşke beni suçlamak yerine bana yardımcı olsan İç Ses!
“İçeride biraz konuşabilir miyiz?” diye sordum tereddütle.
Efe bir süre daha yüzüme hayal kırıklığı içinde baktıktan sonra hiçbir şey demeden yatak odasına yöneldi. Doğukan’ı böyle kargo paketi gibi kapıda bekletmek oldukça ayıp olacağı için elimle içeriyi gösterdim.
“Geç, salonda otur istersen.”
“Tamam, ben bekliyorum...” diyerek içeri girdi Doğukan. O sırada Efe’nin sinirlerini zapt etmekte zorlandığını fark edebiliyordum. Koridorda durmuş tahammülsüzce bize bakıyordu.
“Geliyor musun?” diye sordu bana ters bir bakışla.
Kapıyı kapatıp koridora yöneldim. Efe de sabırsız adımlarla başı dik bir şekilde yürüyerek koridoru geçti ve yatak odasına girdi. Ardından ilerleyip yatak odama girdim ve kapıyı kapattım. Efe odanın ortasında durmuş bir açıklama bekleyerek bana bakıyordu.
“Bana kızgınsın, biliyorum.” diye mırıldandım.
“Beni anlaman şaşırtıcı.” dedi alaycı bir sinirle.
“Bak, Efe... Sandığın gibi bir durum değil. Yani sen gittin ve ben bir başkasını çağırdım değil... Olay örgüsü bambaşka.”
“Olayın ardında ne olduğu çok da önemli değil gibi. İçeride valiziyle oturan bir akıl yoksunu var.” dedi öfkeyle.
Sesi o kadar yüksek çıkıyordu ki ona doğru bir adım atıp elimi dudaklarına dokundurdum.
“Lütfen Efe.” dedim, “Doğukan çok iyi biri. Tanısan hakkında kötü konuşmayı bırak tek bir kötü düşünce bile geçmez aklından!”
“Şimdi de övecek misin onu? Ben de bu akşam birkaç kız arkadaşımı davet edeyim de bir ay boyunca birlikte yaşayalım. Merak etme en iyi olanlarını seçerim aralarından, aklından tek bir kötü düşünce bile geçmeyecek kadar iyi olanlardan.” dedi öfkeden delirmek üzere olduğunu fazlasıyla belli eden bir ses tonuyla.
“Çağırmak istiyorsan çağır!” dedim, artık ben de sinirliydim, “Ne meraklıymışsın fırsatını bulup kız arkadaşlarını eve çağırmaya!”
“Merak etme hepsi çok iyi insanlar olacak! Aynı içerideki sünepe gibi!” diye ekledi Efe oldukça sinir bozucu bir sesle.
“Resmen bahane arıyormuşsun bir fırsat çıksa da ben de eve kız atsam diye.” dedim öfkeyle. Durum giderek daha da sinir bozucu bir hale dönüşüyordu.
“Sinirlenmesi gereken benim ve sen bunu bile benden çalmak istiyorsun!” dedi Efe öfkeyle, “Ne yapayım size iyi eğlenceler deyip çıkıp evime mi gideyim? Aynı şey başına gelse eşyalarını toplayıp çekip gitmiştin Mine.”
“Emin ol önce seni dinlerdim!” dediğimde buna ben bile inanmıyordum.
Aynen, kesin dinlerdik Mine.
Kes sesini İç Ses. Gel de sen konuş kolaysa!
“Beni dinler miydin? Sen ciddi misin Mine? Buna kendin inandın mı? Böyle bir şey başına gelse eşyalarını toplar çekip gider yolda da ‘EFE DURAN SKANDALI’ diye haberimi yapardın. Kapıda olayı öğrendiğim an gözlerim merdivenlere kaydı. Siktir olup gitmek istedim ama yapmadım, konuşmak istedin ve kaldım. Çünkü seni her şeyden çok seviyorum, bu kalbi sikeyim ki mevzu sen olunca aklımın bir önemi kalmıyor.”
Efe’nin bu halini görmek bir anlığına beni kendime getirdi. Kendime bu noktada öfkelenmeye hakkım olmadığını anlatmaya çalıştım, durumun açıklanması gerekiyordu, onun sakinleşmesi gerekiyordu. Ben ise yangına körükle gidiyordum.
“Efe... Ben... Özür dilerim.” diye mırıldandım, “Haklısın, yerinde olsam daha ağır bir tepki verirdim.” dediğimde Efe’nin öfkeden gözleri dolmuştu.
“Ben ki öfke kontrolümü sağlayamadığım için yıllarca tedavi gördüm, eski halime yine senin için döndüm. Sakinleşmiştim, kontrol altına girmiştim. Biri seni üzecek tek bir kelime ettiği an o kontrolü yine kaybettim. O gün otelde o adamın yüzüne geçirdiğim o yumruk benim için senin geçmişte yaşadığın her acıya atılmış bir yumruktu aslında. Ben kazanmak için yıllarımı harcadığım kontrolümü senin için kaybettim Mine. Kaybetmeme rağmen az önce kapıda bağırıp çağırmayan adam da benim, çekip gitmeyen o adam da benim, içinde fırtınalar koparken senin için kalan senin için sabreden o adam benim. Arkadaşın valiziyle gelmiş, bir ay evinde kalacağını söylüyor. İnan içimdeki öfke çocukluğumdan farksız, inan sakinleştirmeye çalıştığım o çocuk kontrolünü yine kaybetti. İçimdeki öfke dolu çocuğa senin için tasma takmış gibi hissediyorum şu an. Bu ne kadar ağır biliyor musun? Senin bana haftalarca söylediğin yalanları öğrendiğimde de sakinleşmeye çalıştım, beni kontrolümü kaybetmiş bir halde görme diye çekip gittim. Sen benim bu hayatta kendi içimdeki öfkeli çocukla verdiğim en büyük mücadelenin sebebisin. Çünkü ben seni çok sevdim Mine.”
Bir süreliğine sessizce bekledim. Efe içindeki öfkeyi bir bir cümleler kurarak döktükten sonra ona sakinleşmesi için zaman vermek istedim. Odanın içinde sabırsızca bir oraya bir buraya yürürken yatağıma oturdum ve gözlerimi duvardaki ay çiçeği tablosuna çevirdim.
“Babası önce annesini öldürmüş, sonra da kendini kalbinden vurup ölmüş.” deyiverdim birden.
“Ne?” dedi Efe anlam vermeye çalışarak.
“Yurtta tanıştığım ilk çocuk Doğukan’dı. Benden sadece bir yaş büyüktü ve hikayesi buydu. Daha kötüsü ne biliyor musun Efe? Bunlar evlerinin salonunun ortasında yaşanırken o da salonun köşesinde oturmuş korku içinde anne ve babasını izliyormuş. Ben yurda ilk gittiğimde konuşamıyordu Doğukan. Konuşamıyordu derken, konuşmuyordu aslında. Yıllarca da hiç konuşmadı. Aramızda kendini en zor toparlayan oydu. Yaşadıkları ağırdı. Yine de toparlandı, herkesten geç de olsa okulu bitirdi, bir ön lisans bölümünden mezun oldu. İstanbul’da tutunamayacak kadar çekingendi. Manisa’ya, yurttan bir arkadaşının yanına taşındı. Şimdi ise senin gittiğin dönemde benimle iletişime geçti ve burada bir iş bulduğunu, ev bulana kadar bende kalıp kalamayacağını sordu. Çekingen, korkak ve travmalarla dolu bir çocukluktan sonra kendi başına verdiği mücadele bana kötüye dair hiçbir şey düşündürtmedi, kabul ettim. Benden bir yaş büyüktü ama her zaman benim erkek kardeşim gibiydi. Korunmaya, kollanmaya muhtaç bir erkek kardeş gibi. Yine de özür dilerim, senin nasıl hissedeceğini de düşünmem gerekirdi.”
Efe anlattıklarım karşısında duraksamıştı. Duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmiş ve yüzüne pişman bir ifade yerleştirmişti. Bir süreliğine sessiz kaldıktan sonra yatağa, yanıma oturdu. Öne doğru eğilip kollarını dizine dayadı ve ellerini birleştirdi. Birlikte ayaklarımızın altında serili duran antrasit halının desenlerini izliyorduk. Beş dakikalık bir sessizliğin sonunda derin bir nefes ile birlikte ayağa kalktım.
“Gidip bir otel bulmasını söyleyeyim...” diye mırıldanarak Efe’nin önünden geçerek kapıya doğru ilerliyorduk ki Efe bileğimi tuttu.
“Bekle.” dedi, “Ben hallederim.”
“Hayır, senin bir otel ayarlamana gerek yok. Mesela maddi değil, Doğukan’ın çekingenliği...” dedim yorgun bir sesle.
“Otel bulmayacağım.” dedi Efe, “Ona burada kalabileceğini söyleyeceğim.”
“Nasıl yani?” dedim şaşkınlıkla, “Bu artık senin için bir sorun değil mi?”
“Hayır, bu artık benim için bir sorun değil.” demesini şaşkınlıkla izlediğim sırada sözlerine devam etti, “Sen yukarıda benimle kaldığın sürece misafirin burada kalabilir.”
Oturduğu yerde bakışlarını bana çevirdi, bana göz kırptı ve öfkesine yenik düştükten sonra sakinleşmiş bir çocuk gibi gülümsedi. Efe’nin içinde hala bir çocuk yatıyordu. Öyle deli, öyle fevri, öyle temiz. Sanki o çocuğun ehlileşme hikayesine tanık oluyordum ve tüm bunların sebebi bendim.
“Ona üzüldün, değil mi?” diye sordum duygulanarak, “Doğukan’a üzüldün...”
“Buna cevap vermeyeceğim Mine.”
Cevabına gülümsedim. Hüzünlenmişti, biliyordum. Bunu itiraf edemeyecek kadar kapalıydı, bunu da biliyordum. Oysa onun öyle gözleri vardı ki o konuşmasa bile gözleri onun yerine her şeyi itiraf ediyordu zaten.
“Sen çok iyi bir insansın, bunu biliyorsun değil mi Efe?” diye sordum.
“Ve sen benim en büyük sınavımsın Mine...” dedi beni kendine çekerek.
Kendimi Efe’nin sol dizinde otururken bulduğumda şaşırmama vaktim olmadan bana sıkıca sarıldı. Öfkesi tamamen geçmişti, Doğukan’ın kıskanılacak bir isim olmadığını anlamıştı, hatta hikayesine kendisi de en az benim kadar üzülmüştü. Tüm bunlara emindim. Başını boynuma gömerken kulağıma doğru fısıldadı.
“Seninle zil çalmasıyla bölünen yarım kalan bir işimiz var. Unutma küçük hanım.” dedi sessizce.
“Ne gibi?” diye sordum kalbim adeta titrerken.
“Dudaklarımın dudaklarını öpmesi gibi...” dedi özlem dolu bir fısıltıyla.
Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktığımda Efe’nin bazen kahverengi olup bazen yeşilin kıyısına yaklaşan gözleri gözlerimi yakaladı. Bana sanki yılların özlemiyle bakıyor gibiydi, ne garip. Dudakları dudaklarıma yaklaştı, bana yaklaştığı sırada kendi şarkısını mırıldanıyordu.
Benim şarkımı.
Bizim şarkımızı...
“Sen bırak tutunmayı, dünya bizi sarmalar...”
“Deyim yerinde, en içinde, rengarenk acılar...”
Dudakları dudaklarıma değdiğinde o da ben de nefeslerimizi tuttuk sanki. Onun beni öpmesi dizlerimin titreme sebebiydi. Onun beni öpmesi hayatım boyunca ilk defa tutunmayı bırakmam ve kontrolü hayata teslim etmem demekti. Onun beni öpmesi dünyanın beni sarıp sarmalamasıydı. Belimdeki elleri dünyanın beni tutuşuydu, çünkü beni öyle güzel öpüyordu ki başım dönüyordu.
Dudaklarım dudaklarından ayrıldığında alnım alnındaydı. Efe’nin tek eli belimde, alnı alnımda ve diğer eli saçlarımdaydı.
“Seni ne olursa olsun kaybetmeyeceğim.” dedi bana o an, “Bu dünya en başında her şeyimi elimden almış olabilir ama seni asla vermeyeceğim... Herkesin bir istisnası vardır bu hayatta, benim istisnam sensin. Her şeyim elimden alınabilir ama sen benden asla alınamazsın.”
Kafamın içinde No 26’ya taşındığım ilk günlerde Efe hakkında öğrendiğim her şeyi yazdığım o defterin sayfaları belirdi. Onun hakkında öğrendiğim birçok şeyi o defterin sayfaları alt alta sıralamıştım. Şimdi kafamın içinde o maddelerin en altında bir cümle daha eklenmişti.
“Efe Duran bana gerçekten aşıktı.”
Ben de ona.