25.Bölüm : Beş Yabancı.
.png)
25.Bölüm : Beş Yabancı.
Hastanenin tekerlekli sandalyesinde oturmuş taburcu işlemlerimin bitmesini bekliyordum. Muayene edilmiş, kas gevşetici ve ağrı kesici iğnelerimi olmuştum. Ciddi bir problem görünmüyordu. Uraz çıkış işlemlerimle ilgilenirken Eren, Nisan ve Bulut yanımdaydı, babam ve Araz Abi ise Doktor Beste’nin yanındaydı.
İçimde hissettiğim mahcubiyet ve utanç duygusu kafamı kurcalayıp duruyordu. Annem ile geldiğimiz nokta aklımın hayalimin almayacağı bir noktaydı. Annemin yanında ve hastaydım fakat beni o evden tek başıma ambulansla almışlardı. Çocukluğum boyunca sevilmemiş olsam da geleceğime dair böylesine karanlık bir sahne hiç hayal etmemiştim.
Şu anki ben, ben değildim sanki. Bir yıl önce uykuya dalan Kumru başkaydı, bir yıl sonra o uykudan uyanan Kumru bambaşka. Hayatı boyunca her şeye pozitif bakan Kumru o uykuda silinip gitmiş gibiydi. Hayata yabancılaşmış, içindeki sevginin kaynağını kaybetmiş bir Kumru olarak açmıştım gözlerimi.
Uraz, Bulut, Eren ve Nisan benim çok tanıdığım insanlar değildi, biz yalnızca birlikte hayatta kalmaya çalışmıştık. Annem ise hayatım boyunca en fazla vakit geçirdiğim ve en fazla tanımam gereken insandı, oysa bugün bu halde yanımda annem değil, dört yabancı vardı. O dört yabancıyı yerin altında tanımış, onlarla mücadele etmiş ve onlarla kaybetmiş ve onlarla kazanmıştım. Onlara göre belki de onların hayatını kurtarmak için kendi hayatımdan vazgeçmiş biriydim ama bana göre benim hayatımı kurtaran onlardı. Belki de her birimiz birbirimizin hayatlarını kurtarıyorduk.
Biz beş yabancıydık aslında. Kendini bile tanımayan, benliklerini kaybeden ve bulamayan beş yabancı... Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu ömrümüz boyunca öğrenememiştik ama birlikte kısacık bir zaman içinde hem kendimizi hem birbirimizi tanımıştık. Yerin altındaki Uraz’ı, Bulut’u, Eren’i ve Nisan’ı çok iyi tanımıştım. Onlar da yerin altındaki Kumru’yu en iyi şekilde tanıyorlardı. Şimdi kurtulma mücadelesi vermeden tanışmamızın zamanıydı, şimdi ayaklarımız çamura batmazken ve her yanımız toz toprak içinde kalmazken, tepemizden oluk oluk sular akmazken tanışmanın zamanıydı.
Biz beş yabancı, artık gerçekten tanışmalıydık.
“Çıkış işlemleri tamam.” diyerek aramıza döndü Uraz, “Baban ve abim geldiğinde gidebiliriz. İsterseniz bahçede bekleyelim.”
Nisan tekerlekli sandalyemi yönlendirirken onunla ilk zamanlarımızı düşündüm, içinden böylesine iyi bir dostun çıkacağını tahmin edebilir miydim acaba?
“Bakın ne diyeceğim, hep birlikte Nisan’a geçelim. Ben size yemek yaparım, oturur konuşuruz. Bir yıl sonra ilk kez beşimiz bir arada olacağız.” dedi Eren.
Başımı kaldırdım ve Eren’e bakıp moralsizce gülümsedim.
“Makarna yemeyi özlemiştim.” diye mırıldandım.
Herkes gülüşürken en çok Uraz’ın gülüşünü görmek istedim, başımı ona çevirdiğimde benim için arabanın kapısını açıyor olmalıydı, yüzünde ise şaşkın bir gülümseme vardı. Kurduğum cümle çok “eski Kumru’nun kuracağı bir cümle”ydi. Buna şaşırmış olmalıydı.
“Bu sefer makarna yok,” dedi Eren gülerek, “Size harika bir pizza yapacağım.”
“Hepimiz beş yüz kilo olduk Eren, artık salataya filan mı dönsek?” dedi Nisan gülerek.
“Sen beş yüz kilo olsan keşke. Daha fazla Nisan, daha fazla mutluluk.” dedi Eren kolunu Nisan’ın omzuna atarak.
O sırada babam ve Araz Abi kapıda göründü. Babamla acil servisten çıkmadan önce görüşmüştük, benden annem sebebiyle yaşadığım bu gece için özür dilemişti ve ne kadar üzgün olduğu her halinden belliydi. Araz Abi ile babam son derece iyi anlaşıyor gibilerdi.
“Kızım, hadi gel, bana gidelim.” dedi babam önümde durup saçlarımı düzelttiğinde. Halbuki babam da geçmişimizden dolayı pişman olsa da annemden çok da farklı değildi. İkisi için de birer ayak bağıydım, yalnızca babam için o bağ annem için olduğu kadar yorucu değildi.
O an Nisan’a ve Uraz’a çaresiz birer bakış attım.
“Murat Amca, Kumru bu gece bende kalsa... Durumu gayet iyi ve belki sohbet etmek ona iyi gelir.” dedi Nisan. Babam bana döndü.
“Nisan’da mı kalmak istiyorsun?” diye sordu anlayışla. Bu anlayıştan öteydi, beni zaten çok da istiyor değildi. O buna dünden razıydı.
“Evet,” dedim, “Bu bana iyi gelecektir.”
“Tamam öyleyse. Bir şey olursa, en ufak bir şey, mutlaka beni arayın. Mutlaka.” diyerek bana doğru eğildi babam, “Ve yaşamak zorunda kaldığın her şey için özür dilerim kızım...” dedi sessizce. Başımı salladım.
Bu babamın bu gece benden belki de yirminci kez özür dileyişiydi. Yalnızca başımı salladım. Kimseyi teselli edecek bir halde değildim. Başımı kaldırıp Uraz’a baktım.
“Öyleyse biz sizi bırakalım.” dedi Uraz, sanki kendisi de gelmeyecekmiş gibi.
“Dikkatli gidin abiciğim, bana haber ver.” dedi Araz Abi, sonra bana döndü, “İyisin değil mi abiciğim?” diye sordu.
“İyiyim... Araz Abi.” diye yanıtladım.
Araz Abinin bana “abiciğim” diye hitap etmesi beni neden bu kadar mutlu etmişti hiçbir fikrim yoktu ama ilginçtir ki o an ilk defa bir hitabın bu kadar içten söylendiğine şahit oldum. Uraz bana doğru eğildiğinde beni kucağına alacağını anladım. İşte tam o saniye bir yıl öncesine döner gibi oldum. Uraz kolları ile beni sarıp kucakladı ve sessizce konuştum.
“Bu sefer beni kucağına alman için yalan söylememize gerek kalmadı.” dedim.
Uraz anlamayarak yüzüme baktı ve yalnızca iki saniye içinde gülümsedi. Anlamıştı. Beni kucağında taşıması için yalan söylediğimiz o an şimdi her ayrıntısıyla aklımdaydı. Uraz beni arka koltuğa yerleştirdi. Nisan ve Eren birer yanıma geçerken Uraz sürücü koltuğuna, Bulut ise onun yanına geçti.
“Biz tampon bölge miyiz şimdi? Kumru düşmesin diye.” dedi Eren. Gülümsedim.
Yola çıktığımızda arabada çalan kısık sesli şarkı öyle güzeldi ki bir anlığına gözlerimi kapattım ve şarkının güzel, yavaş melodisinde ağır ağır dans ettiğimi hayal ettim.
“Şarkının ismi ne?” diye sordum sessizce.
“Olivia Rodrigo’nun şarkısı, Traitor.” diye yanıtladı Uraz aynadan bana bakarken.
Başımı salladım, gözlerimi bir kez daha kapattım ve arabanın hafif sarsıntılarıyla birlikte bu güzel şarkının eşliğinde dans ettiğimi hayal etmeye devam ettim. Bomboş bir sahnede, tek başıma. Üzerimde bembeyaz bir elbise hayal ettim, “Kumrular gibi...”
Şarkılar değişti, konuşmalar ilerledi, benim gözlerim ise hep kapalı kaldı. Uyuduğumu düşündüklerine emindim oysa ben dans ediyordum... Kafamın içinde.
“Kumru...” Nisan’ın sesi kulaklarımı bulduğunda tam gözlerimi aralayacağım sırada Uraz’ın sesini işittim.
“Uyandırmasak mı? Zaten her halükarda kucağımda olacak.”
Uraz’ın cümlesini duydum ve gözlerimi kapalı tuttum. İyi hissedene kadar uyumak istiyordum, her şey geçip gidene kadar uyanmamak istiyordum. Oysa zaten fazlası ile uyumuştum ama uyanmak hiç de iyi bir seçenek gibi görünmüyordu.
Kafamın içinde her şey güzeldi. Hayallerimde her şey olmasını istediğim gibiydi. Oysa gözlerimi açtığımda gerçekler her yanımdaydı. Neyse ki onlar vardı, benimlelerdi ve ailemden öte davranıyorlardı. Sanki beş yabancıdan oluşan bir aile gibiydik. Ben ise bu ailenin en yabancısıydım, hem onlara hem kendime bir yıl kadar uzaktım.
Uraz beni kucağına alırken başımı göğsüne yasladım, aldığım derin nefes ile içime dolan kokusu beni o dans sahnesine geri götürdü. Kokusu müzik gibiydi. Kokusu dans etme hayalimi parlatan ve beni o sahneye yollayan bir melodiden farksızdı. Neredeyse uyuyakalacaktım. Zaten fazlası ile yorgundum, çünkü bazen dinlenmek de yorardı insanı...
“Bekle Uraz, çarşaf, yastık ve örtü getireyim. Yarın Kumru’nun odası için alışveriş yaparız, odası hazır olana kadar burada kalır.” Nisan evinin kapısını açtıktan sonra telaşla içeri koştururken Eren ona yardıma gidiyordu. Evin girişinde Bulut, Uraz ve ben kalmıştık. Ben uyukluyordum, onlar konuşuyordu.
“Olanlara inanamıyorum.” diye söze girdi Bulut, “Annesinin böylesine sorumsuz olmasına inanamıyorum...”
“O kadından bahsetmek istemiyorum.” diye söze girdi Uraz, “Yaptığı tek iyi şey Kumru’yu dünyaya getirmekmiş. Bu yüzden konuşmak istemiyorum, yoksa ağır konuşurum.”
Oysa Bulut hala konuşuyordu.
“Evde düşüp bir travma alabilirdi, iç kanama geçirebilirdi. Başına bir ton şey gelebilirdi, nasıl yalnız bırakır anlamıyorum. Özür dilerim,” dedi sonra, “Sinir bozucu, biliyorum. Ama kendimi tutamadım. İnsanın gidip hesap sorası geliyor.”
“Hesabı sorulacak zaten.” dedi Uraz, “Hesabını verecek.”
“Onunla konuşacak mısın?” diye sordu Bulut. Uraz cevap verirken yürümeye başladı.
“Yarın yanına gideceğim. Konuşmam bir şey ifade etmeyecektir ama içimden geçenleri söylemezsem kafayı yerim.”
Beni bu kadar önemsediklerine inanamıyordum. Sanırım önemsenmek benim için en imkansız ihtimaldi. Uraz’ın sesindeki öfke, Bulut’un sesindeki sindirememe hissini alabiliyordum ve benim için bir süre birlikte mücadele etmiş ve araya bir yıl girmiş beş yabancı olmaktan çıkıyorduk. O an onlara bir yıl sonra attığım ilk adımdı, kalbimdeki yerleri bir anda değişiverdi.
Kumru’nun kafesi artık beş kişilikti ve kim bilir, belki de benim ömrüm boyunca açamadığım o kafesi hep birlikte açabilirdik, esaretten birlikte kurtulabilirdik. Enkaz altından hep birlikte çıktığımız gibi...
“Uraz, çarşafını serdim!” Nisan’ın içeriden gelen sesine giderek yaklaşıyorduk. Sonunda Uraz beni yumuşak bir koltuğa bıraktığında başım yastığa gömüldü. Üzerime örtülen battaniye benim için bir sevgi kalkanıydı.
Hayat yolculuğunu yalnız başınıza tamamlarken karşınıza birbirinden ve sizden alakasız birileri çıkar, onlar sizi sever siz onları. Kaderdir bu. Değişmez. İçimdeki katılaşmış kalp giderek eriyordu, eski Kumru sahneye çıkmak istiyordu. İçimdeki Kumru bana “Özgür bırak beni, zorlaştırma, kolaylaştır.” diyordu. Etrafıma donandığım kalkanlar tek tek düşüyordu.
“Ben hemen mutfağa giriyorum, pizzayı yapmaya başlayayım. Dolapta dünden hamurum vardı.” Eren’in cümlesine Nisan’dan anında bir cevap geldi.
“Tamam şef, ben de yardıma geliyorum! Çocuklar, rahatınıza bakın. İster mutfağa gelin, ister burada takılın. Kahve ister misiniz?”
“Eee...” diye mırıldandı Bulut, “Kahveleri de ben yapayım. Hepimize yapıyorum?”
Bulut’un ses tonu resmen Uraz ve beni yalnız bırakmak istediğini anlatıyordu. Ben uyurken gerçekten çok şey değişmişti. Çok fazla...
“Olur.” dedi Uraz, “Nasıl içtiğimi biliyorsun.”
“Bilmez miyim?” dedi Bulut sessizce gülerek.
Aralarındaki problemleri çözmüş, buzları eritmiş olmalılardı. Diğerlerinin sesleri uzaklaşırken olduğum yerde kıpırdandım ve yavaş yavaş gözlerimi açtım. Gözlerim salonda gezindi. Şampanya rengi duvarlar, kahverengi koltuklar, meşe ağacından yapıldığını tahmin ettiğim büyük bir yemek masası, huş ağacından yapıldığını tahmin ettiğim bir de orta sehpa vardı. Duvara yaslı duran kitaplık çoğunlukla moda dergileriyle ve mumlarla doluydu. Gözlerim uykulu bir halde salonda dolaşırken Uraz’ın gözlerine denk geldim, yanımdaki berjerde oturuyordu.
“Günaydın,” dedi bir kez daha, şefkatle gülümsüyordu.
“Uyumuyordum.” diye mırıldandım gülümseyerek.
“Biliyordum.” dedi, gülümsemesi büyüdü.
“Nereden biliyordun?” diye sordum kaşlarımı çatarak.
“Seni bir yıl boyunca uyurken izledim Kumru. Nasıl uyuduğunu benden iyi kimse bilemez.” Uraz’ın cümlesi gülümsememi büyüttü.
Gözlerimi utanarak kaçırdım ve başımı biraz kaldırıp kucağımda duran ellerime baktım.
“Bulut’la aranız düzelmiş...” diye mırıldandım.
“Seni hep birlikte bekledik.” dedi, “Çok konuştuk, çok sohbet ettik. O beni anladı, ben onu. Artık bir problem yok.”
Başımı salladım.
“Sevindim. Peki gerçekten annemin yanına gidecek misin?” diye sordum.
“Bu konuyu konuşmasak daha iyi olur Kumru.”
“Sadece merak ediyorum. Bilmek benim hakkım.”
“Annen bazı şeylerin yüzüne vurulması gereken bir kadın Kumru, üzgünüm. Ve onunla konuşmaya gideceğim, evet. Bana gitme dersen de bil ki bunun bir önemi yok. Bu benim meselem. Konu sensin evet ama bu benim meselem. Ve ben meselelerimi çözümsüz bırakmayı sevmem.”
Derin bir nefes aldım. Parmaklarımı birbirlerine dolayarak stres atmaya çalışıyordum. Bir yandan oyalanmak için bacaklarımı ufak ufak hareket ettirmeye çalışıyordum.
“Sen bilirsin,” dedim en sonunda, “Zaten... Artık bir annem var gibi hissetmiyorum.” diye mırıldandım.
Uraz bir süre yüzüme baktı. Bakışlarından ne kadar üzüldüğünü anlayabiliyordum. Benim için hepsi üzülüyordu ve beni en çok Nisan anlıyordu.
“Artık bir evim var gibi de hissetmiyorum.” diye devam ettim sessizce, “Aslında bakarsan... Zaten hiçbir zaman bir evim yoktu. Ben hep misafirdim. Ömrüm boyunca...”
Sonra yutkundum ve Uraz’ın konuşmasına izin vermeden söze girdim.
“Özür dilerim, bunları konuşmamalıyım. Biliyorum. Bir yıl nasıl geçti? Beni özledin mi? Yani özlediniz mi?” deyiverdim bir anda.
Uraz hem hüzünlü hem mutlu gözlerle bana baktı.
“Tahmin edemeyeceğin kadar çok...” dedi gözleri gözlerimdeyken.
Gülümseyerek başımı eğdiğimde gözlerimden birer damla yaş aktı.
“Nasıl hissediyorum biliyor musun?” diye söze girdim başı öne eğik bir şekilde, “Sanki kalbimin içine bir hırsız girmiş. Değerli ve iyi olan her şeyi çalmış, içimi darmadağın etmiş, geriye ise yalnızca bana dair değersiz olan her şeyi bırakmış gibi...”
“Dağınıklık toplamayı severim.” dedi Uraz. Başımı kaldırıp ona baktım. Öylece bir süre birbirimizin gözlerine baktık, sanki gözlerimizle konuştuk, gözlerimizle sarıldık.
“Kahvelerimiz geldi. Konuştuğunuzu duyunca Bulut’u Eren’in yanına çırak olarak verdim ve ben geldim!” diyerek içeri girdi Nisan, “Sana da kahve getirdim Kumruş, soğusun diye süt ekledim.”
“Teşekkür ederim.” dedim gülümseyerek.
“Ne konuşuyordunuz, anlatın bakalım!” dedi Nisan ayak ucumdaki boşluğa oturup bana dönerek, “Burada olduğuna hala inanamıyorum!”
“Sıradan şeylerden...” diye mırıldandım, “Ben uyurken neler oldu, anlatsanıza. Yani dünyada neler oldu?”
“Seçim yapıldı, hükümet değişmedi. Beşiktaş şampiyon oldu. Teoman müziğe döndü ve sonra müziği yine bıraktı! Robot süpürgeler çok yaygınlaştı. Ah, o kadar çok şey var ki bunları liste yapmam lazım!” dedi Nisan heyecanla.
“Yarışmayı kim kazandı? Enkaz Altındakiler’i...” diye sordum, o iki kelimeyi dile getirmek bile kalbimi titretiyordu.
“Fransızlar kazandı.” dedi Uraz.
“Yarışmayı yapan şirket istediğine öyle bir ulaştı ki..” diye konuşmaya başladı Nisan heyecanla, “Yeraltı evleri inanılmaz ünlü oldu. Her ülkede yarışmanın yapıldığı evler milyonlarca dolara satıldı, yenileri yapılmaya başlandı. Bizimkiler hariç tabi... Platonun yarısı yıkılmış bir halde, diğer yarısı iyi durumda diye duydum...”
“İnsanlar gerçekten yeraltında yaşamak mı istiyor?” diye sordum şaşkınlıkla.
“Evet, deli gibi! Giderek de yaygınlaşacak gibi. Şirketin tek amacı büyük bir yatırımla dünyaca ünlü bir yarışma yapmak ve kendi işlerini, yani yeraltı evlerini satmaktı. Başarılı oldular.” dedi Nisan.
“Kısaca geri zekalılar diyebilir miyiz?” diyerek odaya girdi Eren, “Pizzayı fırına attık. Bulut telefonda konuşuyor. Tahmin edin kimle? Evet, eski sevgilisi Lale’yle!”
“Neden geri zekalı olsunlar ki? Diğer ülkelerin platolarını izledik, o kadar güzeller ki oralarda ben de yaşardım.” dedi Nisan.
“Hiç kimse bir problem yaşamadı mı?” diye sordum.
“Hiçbir yarışmacının burnu bile kanamadı.” diye açıkladı Nisan.
“Yaşadıklarımız yarışmanın değil, Taylan’ın hatasıydı.” dedi Uraz, “Cezasını fazlasıyla çekeceği hatalar... Artık mesele yalnızca biz değiliz. Yaptığı hata ile karşısına dünyanın en büyük şirketlerinden birini aldı. Cezasız kalması imkansız.”
“Hastaneye defalarca çiçek gönderdi.” dedi Eren, “Uraz en sonunda gidip adamı dövecekti.” diye devam etti gülerek.
O sırada Bulut salonun girişinde göründü. Geçip karşı koltuğa, Eren’in yanına oturdu.
“Ne konuşuyoruz?” diye sordu.
“Seni ve Lale’yi. Onunla barışıp tekrar nasıl aldatılacağını...” diye yanıtladı Eren. Bulut omuz silkti.
“Onunla barışacak filan değilim.” dedi, “Yani şimdilik...”
“Nasıl yani, gerçekten onunla barışmayı mı düşünüyorsun?” diye sordum şaşkınlıkla.
“Bilmiyorum. Gerçekten çok pişman gibi.” diyerek saçlarını kaşıdı Bulut.
“Gerçekten aldatılmak istiyorsun gibi.” dedim şaşkınlıkla.
Herkes gülüşürken Uraz’ın telefonu çalmaya başladı. Bir yandan Eren, Nisan ve Bulut’un konuşmasını dinlerken bir yandan Uraz’ın cebinden çıkardığı telefonunun ekranına bakmaya çalıştım. Birkaç saniyelik çabam Uraz telefonu yanıtlamak için ayağa kalktığında sonuç verdi. Keşke sonuç vermeseydi.
Uraz’ı arayan kişi telefona “Duygu” diye kayıtlıydı. Soy isim veya herhangi bir meslek ismi yoktu. Bu Duygu da kimdi? Uraz telefonunu alıp aramızdan geçip giderken arkasından bakıyordum.
“İyi misin Kumruş?” diye sordu Nisan elini koluma dokundurarak. Uraz’ın arkasından bakakalan gözlerimi kırptım ve kendime gelmeye çalıştım.
İçimde hissettiğim öfke tarif edilebilecek gibi değildi. Kimdi bu Duygu? Kimdi?
“İyiyim. Gözüm dalmış...” diye mırıldandım ve başımı önüme eğdim.
Eren, Nisan ve Bulut yarışmadan konuşmaya devam ederken ortamdan tamamen kopmuştum. Aklım Uraz’daydı. Uraz birkaç dakika sonra aramıza döndüğünde telefon konuşması ile ilgili bir açıklama yapmadı. Ben de yüzüne bakmamayı tercih ettim.
Bir yıl uzun bir süreydi. Nereden bakarsan bak, kime sorarsan sor uzundu. Her şeyi değiştirecek kadar uzun, herkesi değiştirecek kadar fazlaydı. Belli ki bu bir yıl her şeyi sandığımdan da fazla değiştirmişti ve benim hiçbir şeyle mücadele edecek gücüm yoktu. Tek mücadelem kendim için olmalıydı, yalnızca hayallerim için.
İçimdeki öfke ve kıskançlık ağrıları karnımda dolaşırken arkama yaslandım ve derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapattım. Onlar sohbet ederken kendimi o an oradan olabildiğince sıyırdım.
“Uyudu galiba.” derken sesini işittim Nisan’ın.
Üzerime eğilip örtümü boynuma kadar çekenin Uraz’ın elleri olduğunu bana yaklaşan kokusundan anlayabiliyordum. Onlar hayata dair her şeyden sohbet etmeye devam ederken kulaklarımı hayali tıkacımla kapattım, kendimi ise en iyi hissettiğim yere, sahneye attım.
Kafamın içinde yavaş yavaş dans eden bedenim tek ilacımdı. Hayallerim benim tek çaremdi. O sahne benim kaçış yerimdi, güvenli bölgemdi. Kendi kafamın içinde sahnede tek yıldız bendim. O müzik benimdi, bu sahne benimdi, sağa sola salındığım koreografi benimdi. Ben yalnızca burada bendim. Oysa kafamın içinde engel olamadığım bir hayal daha vardı.
Ben yine o sahnedeydim, beyazlar içinde dans ederken beni izleyen biri vardı hayalimde. Bana hayranlıkla bakan gözlerin sahibi oydu, kafamın içinde bir seyircim vardı ve bu Uraz’dan başkası değildi. Hayallerimin ne dediği belliydi, peki hayat ne diyecekti?