24.Bölüm : İçimdeki Kumru.
.png)
24.Bölüm : İçimdeki Kumru.
(Yazarın Anlatımıyla)
Eski bir şarkının sözleri yankılanıyordu Uraz Kayalar’ın odasının dört duvarı arasında.
“Hiçbir şey istemedim,
Ne yatak ne oda ne de ev...
Sen de bırak her şeyi sadece beni sev.”
Uraz yatağında uzanmış odanın karanlığında penceresindeki panjurdan sızan gün batımı ışıklarının tavana vuran yansımalarını izliyordu. Uraz’ın tavanı izleyen gözleri sabitti, bir eli başının altında, diğer eli ise telefonundaydı. Telefonunun sesini olur da duymazsa titrediğini eliyle hissetmek istiyordu. Kumru’dan gelecek tek bir mesajı dahi kaçırmak istemiyordu.
“Dizlerinde dizlerim
Boynunda ellerim
Boğulur gibi yeniden her gece doğalım mı sevgilim?”
Şarkı Uraz’a iç çektirerek devam ederken odasının kapısı açıldı. İçeriye şaşkın bakışlarla Uraz’ın abisi, Araz girdi. Uraz’ın bakışları tavandan kapıya çevrildi.
“Uraz?” dedi Araz, “İyi misin abiciğim?”
Uraz telefonunun ekranını açıp şarkıyı durdurdu. Doğrulup Araz’a baktı.
“İyiyim abi, neden sordun?”
Araz içeri doğru bir adım attı ve kapıyı kapattı. Uraz’ın bilgisayar masasının önündeki sandalyeyi aldı ve Uraz’ın yatağının yanına çekip oturdu. Abi kardeş karşı karşıyalardı.
“Dinlediğin şarkılar kulağa pek de iyiymişsin gibi gelmiyor.” dedi Araz gülümseyerek, “Hadi anlat, neymiş derdin?”
“Derdim Kumru.” dedi Uraz, “Bunu da zaten biliyorsun abi.”
Araz bunun böyle olduğunu biliyordu ama elinden gelen hiçbir şey yoktu. Gözlerini devirip bir süre duvara baktı. Kardeşine akıl vermek, yol göstermek istiyordu ama aklına gösterilecek hiçbir yol gelmiyordu.
“Oğlum ne yapalım?” dedi Araz öfkeyle, “Ne yapalım yani? Kızı gidip annesinin evinden alıp gelelim mi? Kızın annesi var, babası var. Kızlarını aldılar evlerine götürdüler. Bizim ne haddimize? Biz kimiz?”
Uraz bu konu hakkında öyle doluydu ve öyle öfkeliydi ki öfkeden ne yapacağını bilemiyordu. Duvarları yumruklamak, kapıyı çerçeveyi indirmek istiyordu.
“Sen de duydun, abi. Annesi Kumru’yu evinde istemiyor. Babası zorla kabul ettirdi. O kadının Kumru ile asla ilgilenmeyeceğini sen de biliyorsun, ben de biliyorum, herkes biliyor. Kumru da biliyor.”
Uraz’ın öfkeli konuşması Araz’ın içini dağlamıştı. Araz kalkıp Uraz’ın penceresinin panjurlarını açtı, hava tamamen kararmak üzereydi. İçeri dolan temiz hava Uraz’ın yüzüne çarparken Araz pencerenin kenarına yaslandı ve bir sigara yaktı.
“İçer misin?” diye sordu Uraz’a.
“Olur.” dedi Uraz, hiç düşünmeden.
“Saçma sapan konuşma Uraz.” dedi Araz, “Seni denemek için sordum sen de dünden hazırsın.”
Araz sigarasını yaktı ve içine çekti. Uraz’ın ise aklı tamamen bambaşka yerlerdeydi, Kumru’da...
“Nazan delinin teki.” dedi Araz Kumru’nun annesinden bahsederken, “Sizi bulana kadar kadın üzüntüden komaya girecekti neredeyse. Siz bulunduktan sonra hayatına baktı ama hastaneye de hep geldi gitti. Geliş gidişleri son zamanlarda azaldı... Şeyden sonra...” dedi Araz sigarasını bir kez daha içine çekerken.
“Neyden sonra?” dedi Uraz.
Araz ağzında biriken dumanı dışarı bıraktı ve birkaç kez öksürdü.
“Biriyle görüşmeye başlamış sanırım.” dedi son öksürüğünden hemen sonra, “Bana da Kumru’nun babası, Murat anlattı. Geçen gün hastanenin kafeteryasında oturduğumuz sırada konuşurken ağzından kaçırdı gibi oldu aslında. Kadın belli ki bu sebeple Kumru’yu kendisine yük olarak görmeye başladı.”
Uraz duydukları karşısında içinde biriken öfkeyi nasıl dağıtacağını bilemiyordu. Sanki çıkıp bir kum torbası parçalamaya ihtiyacı vardı.
“Sen şimdi bunu biliyorsun ve Kumru’nun o kadınla aynı eve gitmesine engel olmak istediğimde beni tuttun, öyle mi abi?” diye sordu Uraz öfkeyle.
“Tuttum tabi. Oğlum bunu kızın babası da biliyor, teyzesi de biliyor, hepsi biliyor. Kızın kendisi de öğrenecek, belki de öğrendi bile! Bak anlasana şunu, sen ben biz kimiz ki? Bizim bu hikayedeki yerimiz ne?” diye sordu Araz sigarasını küllüğe bastırırken.
“Kumru benim...” dedi ve durdu Uraz.
“Senin ne?”
“Benim... değer verdiğim... bir arkadaşım.” deyiverdi sadece. Araz pencereyi kapattı ve Uraz’ın yanına oturdu.
“Ne kadar değer verdiğin?” diye sordu sessizce.
“Neyi merak ediyorsun abi? Açık açık sor.”
Araz sinirle gülümsedi, Uraz’ın bu agresif halleri ona kendi gençliğini hatırlatıyordu. Onda kendini görüyordu.
“Bak bir yıldır her gün hastanedeydin. Bana hiçbir zaman açık açık Kumru’nun sendeki yerini anlatmadın. Bu kız senin için ne? Siz bu kızla birbirinizi ne kadar tanıdınız? Olsa olsa iki hafta, hadi bilemedin üç hafta desen birbirinizi ne kadar tanımış olabilirsiniz ki?”
Araz’ın art arda cümleleri gözleri karşı duvardaki gölgelerini izleyen Uraz’ı öyle çok tetikledi ki bir anda abisine dönüp cevaplayıverdi.
“Öptüm abi ben Kumru’yu.” dedi tek seferde.
“Ne?” Araz’ın şok içindeki sorusu ardından odada uzun bir sessizlik oluştu. Sessizliğin sonunda konuşan yine Araz oldu.
“Oğlum, ne demek öptüm? Sana diyorum ki ne kadar tanıyorsun, kaç gün tanıdın, nasıl oldu? Sen bana diyorsun ki, ‘Öptüm abi.’ Sen beni delirtecek misin Uraz?”
Uraz yatak başlığına yaslandı ve düşünmeye başladı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Bu zamana kadar kimseye böyle kolay çekilmemişti, kimseyle bu kadar çabuk yakınlaşmamıştı. Araz haklıydı. Tüm bunlar nasıl olmuştu?
“Bilmiyorum abi... Kumru’ya çekildiğimi hissettim. O da öyle hissetmiş olmalı. Yaşadığımız her şey o kadar boktandı ki orada benim için tek güzel şey Kumru’nun varlığıydı. Belki de hiçbirimiz oradan kurtulacağımıza inanmıyorduk. Belki de hepimizin aklında son günlerimizi yaşadığımız gerçeği vardı ve her şeyi hızlandırmak istedik. Belki de ben son günlerimde... Kumru’yu öpmek istedim... Ve bunu o da istedi.”
Uraz tüm bunları anlatırken aklı o geceye gitti, o gece orada Kumru’yu öptüğü o anı düşledi. Kumru da o geceyi düşlüyor muydu? Belki de hatırlamıyordu bile.
“Yani kıza vuruldun. Öyle mi?” diye sordu Araz gülerek.
“Birine vurulan tek kişi ben değilim.” dedi Uraz bakışlarını Araz’a çevirerek. Araz kaşlarını çattı fakat gülümsemesini engelleyemiyordu.
“Kimden bahsediyorsun?” diye sordu Araz anlamazdan gelerek.
“Sen kimden bahsettiğimi biliyorsun. Yengem nasıl abi, hala hastanede mi?” dedi Uraz.
Araz’ın Beste’ye kör kütük aşık olduğu her halinden belliydi. Aralarında hiçbir şey yoktu ama aralarındaki çekim görülmeyecek gibi değildi.
“Onu bunu bırak da yatıp dinlen biraz Uraz’ım. Artık yorulmadın mı?” dedi Araz, hem konuyu değiştirmek istedi hem de kardeşinin yorgun bakışlarının dinmesini istedi.
“Yatıyorum abi. Elimden başka bir şey gelmiyor. Yatıp düşünüyorum.” dedi Uraz huzursuz bir sesle.
Araz ayağa kalktı ve odanın kapısını araladı. Odadan çıkmadan önce Uraz’a döndü.
“Sen şimdi yat, dinlen. Yarın sabah bir şeyler düşünürüz. Olur mu abim?” dedi Araz.
Uraz başını salladı. Yatıp uyumak abisinin dediği gibi kolay olmayacaktı fakat abisinin canını daha fazla sıkmak istemiyordu.
“İyi geceler abi.”
“İyi geceler abim.”
Araz kendi odasına geçti, telefonunu cebinden çıkarıp Beste’ye bir mesaj yazdı.
“Hastanede işin bitmedi mi? Eve geçince haber ver, aklım sende kalır.”
Araz telefonunu yatağına bırakıp duşa girdi. O sırada Uraz ise yan odada yatağına uzanmış aynı şeyleri belki de bininci kez düşünüyordu. Kumru’nun uzakta oluşu, o an Uraz’ın en büyük derdiydi ve Uraz sabaha kadar yalnızca ve yalnızca Kumru’yu düşünecekti... Başka hiçbir şeyi değil.
-
(Kumru’nun Anlatımıyla)
Gecenin bir vakti dumanlarla dolu bir kabustan uyandığımda elim karnımdaydı. Gözlerimi açıp salonun karanlığına baktım. O an ter içinde kaldığımı fark ettim, karnımdaki ağrı kasıklarıma kadar uzanıyordu ve ağrı temelinde belimden geliyor gibiydi. Belimden karnıma ve kasıklarıma vuran sancılar bir bıçak kadar güçlüydü.
“Anne!” İçeri doğru seslenmem bile çok zor oldu. Ağrıdan ve acıdan kıvranıyordum.
“An...ne!” deyiverdim bir kez daha.
Evin hiçbir ışığı yanmadı. Hiçbir kıpırdanma olmadı, hiçbir ses gelmedi. Ben uyurken annem evdeydi. Babam ortopedik yastığımı bırakıp gitmişti ve annem ona “uyuyacağımızı” söylemişti. Uyumak üzere odasına gittiğine emindim ama şimdi bağırışlarımı duymuyor olamazdı.
“ANNE!” deyişim bir çığlık gibiydi. İçimdeki sancı öyle güçlüydü ki bir anlığına iç kanama geçirdiğimi düşündüm.
Dakikalarca olduğum yerde kıvrandım, kalkamadım. Bağırdım, seslendim, ne cevap geldi ne de annem. Bir elim karnımda zar zor uzanıp sehpada duran telefonumu aldım. Sancımı elimle bastırarak azaltmaya çalışıyordum. Önce bir aptal gibi annemi aradım. Telefonu defalarca çaldı ama açan olmadı. Sonra babamı aradım, telefonu kapalıydı. Sonra parmaklarım hızla tuşladı.
“112.”
Kendime bir ambulans çağırdım. Acı içinde olduğumu, kıvrandığımı anlattım. Evde yalnız olup olmadığımı sordular, bilmediğimi söyledim. Annem içeride yatıyor ve beni duymuyor, duymazdan geliyor olabilir miydi, bu kadarını da yapar mıydı bunu bile bilmiyordum ki. Onlara kalkamadığımı anlattım, evin yedek anahtarının yerini söyledim. Ambulansın gönderildiğini öğrendikten hemen sonra kendi içimde kısa bir tereddüt yaşadım ama o an bütün tereddütlerimi arka plana attım ve onu aradım. Uraz’ı.
Saat gecenin ikisini biraz geçmişti, kim bilir ne kadar korkacaktı, yoksa aramasa mıydım? Bu yanlış bir karar mıydı?
“Kumru?” Telefon çalar çalmaz açıldı. Uraz’ın sesi hiç de uykulu gelmiyordu ama evet, sesi son derece korkmuş ve telaşlı geliyordu.
“Kumru bir şey mi oldu? İyi misin?”
“Ben...” dediğimde bile acı içinde olduğum anlaşılıyordu. Sesimin acısı vardı.
“Size geliyorum. Hemen şimdi, çıkıyorum.” dedi Uraz. Ayağa kalktığını arka plandan gelen hışırtılardan anlayabiliyordum.
“Buraya gelme.” dedim, “Doktor Beste’ye haber verir misin lütfen? Beni oraya götürmelerini rica edeceğim, o hastanede mi bilmiyorum.”
“Kendini konuşmaya zorlama Kumru!” dedi Uraz, “Telefonu annene ya da babana ver. Kendini zorlama! Ben onlarla konuşurum. Beste Abla’ya da haber vereceğim şimdi, telefonu hoparlöre aldım ona yazıyorum.”
Uraz’a ne diyecektim şimdi? Telefonu anneme veya babama veremeyeceğimi çünkü yalnız olduğumu nasıl söyleyecektim?
“Telefonu anneme veya babama veremem...” dedim acı içinde kıvranırken.
“Neden!?”
“Çünkü ben yalnızım... “ O sırada dışarıdan gelen ambulans sirenlerini Uraz’ın bile duyduğuna emindim.
Uraz kısa bir süre sessiz kaldı. Sanki sakinleşmeye ve yanlış bir şey söylememeye çalışıyor gibiydi. Boğazını temizledi.
“Sen ambulans mı...” dedi ve konuşmaya devam edemedi, “Sen...” dedi bir kez daha, anladığı şeyleri içi almıyor gibiydi, “Sen kendine ambulans mı çağırdın?” diye sordu öfkeyle.
“Kapatmak zorundayım.” dedim.
“Hastaneye geliyorum,” dedi Uraz, “Abime Beste’yi aldıracağım. Sen sakın korkma, hepimiz orada olacağız.”
Telefonu kapatıp kucağıma bıraktığım sırada evin kapısı açıldı, yedek anahtarı çok çabuk bulmuş olmaları bugün yaşanan tek güzel şeydi. Sağlık görevlilerini karşımda gördükten sonrası benim için bulanık birer hatıra gibi. Tek olduğumu bilmek beni öyle çok güçlü olmaya zorlamıştı ki beynim karnımdaki ağrının büyük bir kısmını hissetmemi engellemişti sanki. Yanımda birileri olunca serbest kalan hislerim artık acıyı ve ağrıyı daha güçlü hissediyordu.
Annem hala ortada yoktu. Babam da. Uraz ise beni defalarca aramıştı ve telefonu açan sağlık görevlileriyle defalarca konuşmuştu. Sanki bir günlüğüne annem de babam da o olmuştu...
Hastaneye ulaşmaya yakın ağrıdan ter içinde kaldığımı ve gözlerimin kapanmaya başladığını fark ettim. Neyim olduğunu bilmiyordum. İçine daldığım bu şey yine uzun bir uyku mu olacaktı yoksa kısa bir baygınlık mı? Hangisini tercih ederdim bilmiyordum. Belki de hiç uyanmamayı tercih ederdim, kim bilir.
Oysa öyle olmadı, ben uyandım. Gözlerimi yalnızca iki saat sonra hastanenin acilinde bir yatakta açtım. Karşımda ise yine o vardı, Uraz Kayalar.
“Günaydın Kumru.” dedi gülümsemeye çalışarak, “Bu aralar fazla uyuyorsun.”
“Yıl kaç?” diye sordum zar zor konuşarak, “Bu sefer kaç yıl uyudum?”
Uraz sessizce güldü.
“Yer üstü zamanına göre iki saat, yer altı zamanına göre ise on yıl kadar...” diye mırıldandı. Sonra yanıma yaklaşıp elini koluma dokundurdu, “İyi misin?” diye sordu.
“İyiyim. Ağrılarım geçmiş.” Gözlerim kolumdaki serumun üzerinde dolaştı.
“Beni çok korkuttun.” dedi Uraz.
“Özür dilerim. Seni aramak istemezdim ama başka çarem yoktu. Annem...” dedim, “Aslında evdeydi. O an ne oldu bilmiyorum, nereye gitti bilmiyorum.”
Uraz’ın parmakları kolumun iç kısmında dolaşıyordu, bu bana huzur veriyordu.
“Annenin nerede olduğunu bilmiyorum. Babanın ise yalnızca şarjı bitmiş. Abim evine gitti, baban da çok telaşlanmış. Şimdi koridorda, abimin yanında.”
Bunu duymak beni biraz olsun mutlu etti. Babamın şarjının bitmesine mutlu olacağımı hiç düşünmezdim.
“Doktor Beste?” dedim, “O burada mı?”
“Evet, birazdan tahlil sonuçlarınla birlikte burada olur. Ciddi bir şeyin var gibi görünmüyormuş. Uyurken yaptığın yanlış bir hareket yüzünden yaşadığın bir kramp olabilirmiş.”
“Daha çok ölüyor gibiydim.” diye mırıldandım. O an hastane koridorundan gelen tanıdık ses ile birlikte kaşlarımı çattım.
“Bu Nisan’ın sesi mi?” diye sordum şaşkınlıkla.
“Evet,” dedi Uraz, “Onlar da geldi. Buraya gelmelerini ister misin? Benden önce baban buradaydı, onlar seni göremediler.”
“Çok isterim.” dedim halsizce.
“Hemen geliyorum.” dedi Uraz.
Acil servis bomboştu. Yine de her iki yanım perdeyle kapatılmıştı ama içerideki tek hasta bendim. İçeride sadece bizim seslerimiz yankılanıyordu. Uraz çıktıktan yalnızca bir dakika sonra içeri girdiğinde onu Nisan, Eren ve Bulut takip etti.
Nisan heyecanla bana doğru yürüyüp bana tereddütsüz sarıldı.
“Çok özledim!” dedi coşkuyla. O an içimi huzur kapladı.
“Ben de.” dedim sessizce.
“Tamam tamam, kızı bir kez de sen hastanelik etme!” dedi Eren gülerek. Nisan benden gülerek ayrıldı ve Eren dikkatlice bana sarıldı.
“Sana öyle yemekler yapacağım ki şurada uyuyarak verdiğin kiloları kat ve kat geri alacaksın, unutma!” dedi. Gülümsedim.
“Canım en çok sütlaç çekiyor.” dedim.
Bu yalnızca bizim bildiğimiz bir muhabbetti. En güzel muhabbetler sadece bir arkadaş grubunun bildiği ve anladığı konular üzerine yapılanlardı, öyle değil mi?
Eren benden ayrıldıktan sonra bana sarılan Bulut oldu.
“İşte beklediğim görüntü, tıp profesörü ve hastalık profesörü bir arada!” dedi Eren.
“Bana artık aldatılma profesörü desek daha doğru olabilir.” dedi Bulut.
“Yine mi aldatıldın?” diye araya girdi Uraz.
“Hiç sormayın.” dedi Bulut, “Ortaokuldaki kız arkadaşımın o zamanlar beni aldattığını öğrendim. Yeni öğrendiğim için yine aldatılmış sayılırım.”
“Bulut’u beş dakika yalnız bırakmaya gelmiyor, hemen aldatılıyor.” dedi Eren.
“Bunun bari şakasını yapmayalım ya...” diyerek Eren’in koluna vurdu Nisan.
Hepsini karşımda görmek, yalnızca konuşmalarını dinlemek bile beni tümüyle pozitif enerji ile doldurmuştu. Sanki yeni yeni uyanıyordum, sanki bir yıllık uykum daha yeni bitmişti de yeni yeni kendime geliyordum... Hafızamda kalan ve bana eski Kumru’yu hatırlatan son görüntülerin hepsinde onlar vardı.
“Peki her şey nasıl gidiyor?” diyerek bana döndü Nisan, “Annen ile aran nasıl? Ağrıların başladığında evde değilmiş, neredeymiş peki?”
“Bilmiyorum.” diye mırıldandım, “Nerede olduğunu da aramızın nasıl olduğunu da bilmiyorum.”
Ortamda kısa bir sessizlik oldu. Sonra Nisan çekinerek söze girdi.
“Aslında senin uyanmanı beklerken hep seninle yapmayı planladığım bir konuşma vardı. Seninle orada, yerin altında bir konuşma yapmıştık. Ben o günden beri bunu hayaliyle yaşıyorum Kumru. Tek başıma bir eve çıkarken bile büyük bir eve taşınmak istedim çünkü her zaman senin için de bir odam olsun istedim. Biliyorum, çok büyük bir geçmişimiz yok ama benim hayatımdaki insanlar öyle sahte insanlardı ki siz benim tanıştığım en gerçek kişilersiniz. Sen sanki benim hep hayalini kurduğum kız kardeşimsin, arkadaşımsın. Söylemek istediğim şey şu... Eğer istersen... Ben senin benimle yaşamanı çok istiyorum Kumru. Odan seni bekliyor.”
Nisan’ın sözleri beni belki de hayatımda hiç duygulanmadığım kadar duygulandırdı. Gerçek dostluğu yerin üzerinde bir kez bulamayıp yerin altında bulacağımı nasıl bilebilirdim? Gariptir ki her biri ailemden biri gibi hissettiriyor. Hepsinin sesi, bakışı çok tanıdık. Hepsi bana tutsaklığı ve özgürlüğü hatırlatıyor.
“Sen harika bir arkadaşsın Nisan. Seninle yaşamayı çok isterdim, inan. Ama bu haldeyken sana bunu yapamam...”
“Saçmalama!” dedi Nisan, “Sen hayatını bizim için hiçe saydın. Sana her birimiz seve seve yardımcı oluruz!”
“Ama ben bunu kabul edemem.”
“Şu halde iyileşmek tek başına yapabileceğin bir şey değil Kumru.” dedi Uraz yalvarır gibi, “İzin ver yanında olalım.”
Başımı çaresizce eğdim ve kucağımdaki ellerime baktım. Bakımsız kalmış ellerime, tırnaklarıma baktım. Deliş deşik olmuş damar yollarıma... Kendimi bu halde o evde hayal edemezdim. Beni istemeyen bir kadının evinde, o evin salonunda, o salonun koltuğunda... Orada daha fazla kalamazdım, bu beni öldürürdü.
“Tamam.” deyiverdim bir anda.
“Ne?” dedi Nisan sevinçle kulaklarına inanamayarak.
“Tamam.” diye tekrarladım, “Nasıl olsa iyileşeceğim...”
O sırada Uraz kendini tutamayıp bir anda bana doğru eğildi, ne yaptığının farkında bile olmadan elini yanağıma götürdü.
“İyileşeceksin tabi.” dedi duygusal bir mutlulukla.
Öylece durdum ve gözlerine baktım, eli yanağımda ve gözleri gözlerimdeyken. Kendini tutamayıp bana yaklaştığını fark eder etmez elini yanağımdan çekti ve doğruldu. Burnunu çekip kendini toparlamaya çalıştı.
“Teşekkür ederim,” dedim, “Her birinize. Hayatıma girdiğiniz için...”
O gün benim hayatımı değiştiren en büyük adımı attığım gündü. Yerin altında konuştuğumuz hiçbir şey yerin altında kalmamıştı, kalmayacaktı. Evim dediğim yer değişecekti, odam dediğim yer değişecekti. Ben değişecektim ve içimdeki kumru uçmayı yeniden öğrenecekti.
Kendime sözüm olsun.