23.Bölüm : Önce Gök Sonra Yüzü.

Beyza Alkoç
0

23.Bölüm : Önce Gök Sonra Yüzü.

Annem ve babamla eve döndükten sonra babam beni kucağında salona taşıdı. Annem benim için salondaki koltuklardan birini yatak haline getirmişti.  Odamda değil de burada kalmamın çok daha kolay olacağını söylediler, böylece bir ihtiyacım olduğunda daha kolay duyulacak ve görülecektim. Üstelik burada bir televizyon vardı, hareketim kısıtlı olduğu için en azından bir şeyler izleyerek vakit geçirebileceğim öngörülmüştü. Teyzem birkaç tencere yemek yapıp getirmiş, ev ise ilk defa böylesine derlenip toplanmıştı. Annem ve babam birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı. Yine de onlardan beklenmeyecek bir olgunluk göstererek benim için bir aradalardı. Teyzem beni koltuğa yerleştirirken annem ve babam ilaçlarıma yer açmak için mutfaktalardı.

“Kumru, iyisin değil mi teyzeciğim?” diye sordu teyzem.

“İyiyim teyze. İyi olacağım.”

“Bak annen senin ardından çok üzüldü, çok ağladı. Elbette karşılıklı hatalar yapılmış olabilir ama o senin annen. Ne de olsa seni o doğurdu...”

Teyzem konuşmaya devam edecek gibiydi fakat tam o an annem ve babam içeri girdi. Annem elinde getirdiği bir bardak suyu bana uzattı.

“Bol bol su içmen lazımmış.” dedi ilgiyle, “Doktorun şimdi mesaj attı.”

Başımı sallayarak elimi uzatıp su bardağını zar zor tuttum.

“Teşekkürler.” diye mırıldandım.

Annem ve ben tam anlamıyla iki yabancıydık. Annem su içişimi izlerken karşı koltuğa oturdu ve gözleri üzerime örtülü battaniyeye daldı. Çok yıpranmış, yorulmuş görünüyordu. O sırada babam geldi. Yanıma yaklaşıp ellerini saçlarımda gezdirdi, saçlarımı okşadı. Bu alışık olmadığım bir hareketti.

“İyisin, değil mi?” diye sordu. Herkesten bu soruyu duymamayı umuyordum.

“İyiyim. Yalnızca yorgunum.” dedim ve su bardağını yanımda duran sehpaya bıraktım.

Babam yanıma oturduktan sonra ortamda derin bir sessizlik oluştu. Annem karşı koltukta, teyzem pencere önündeki berjerde, babam yanımdaydı.  Bu evin gerginliği bir yıllık uykudan daha yorucuydu.

“Ne yaşanıp bittiğini bir de senin ağzından dinlemek istiyoruz kızım ama seni bu durumda yormak da istemiyoruz...” diye söze girdi babam, “Sana ne yaşandığını sormayacağım. Annen de sormayacak. Sen ne zaman konuşmak ve anlatmak istersen biz buradayız, dinlemeye hazırız. Kendini hiçbir şey için kötü hissetme.”

Babam benimle ilk kez böyle konuşuyordu. Böyle derken, “varmışım gibi.” Onlar için hep bir boşluk gibiydim, hep vardım ama hep yok gibiydim.

“Teşekkürler...” diye mırıldandım sessizce.

“Bu telefonun.” diyerek bana telefonumu uzattı babam. Telefonumu öyle uzun zamandır görmemiştim ki bir anlığına hiç beklemediğim şekilde en yakın arkadaşımı görmüş gibi hissettim.

“Siz... Telefonumu... Nasıl?” diye kekeledim şok içinde.

“Yapım şirketi ile olan dava süreci başladığında tüm eşyalarınızı bize teslim ettiler.” dedi babam, “Şifreni bilmiyorduk, telefonu açamadık ama senin için şarj ettim.”

Bana uzatılan telefonumu aldım ve ekranı açtım. Şifremi girip telefonumun kilidini açtığım an evin internetine bağlı olan telefonum bildirim yağmuruna tutuldu. Telefonuma bir yıl öncesinden gelen mesajlar bile vardı! Eski iş yerimdeki arkadaşlarımdan gelen mesajlar, eski patronumdan gelen mesajlar, annemden ve babamdan gelen mesajlar, daha bir sürü numaradan gelen bir sürü mesaj... Oysa en önemlisi tanımadığım numaralardan gelen mesajlardı. Bunlardan biri şöyle diyordu,

“Kumru... Telefonun ailende olduğu için onu sana verip vermeyeceklerini bile bilmiyorum. Mesajlarımı okuyup okumayacaklarından da emin değilim. Bu benim yeni numaram. Telefonun sana ulaşır ulaşmaz sen de bana ulaş. Lütfen. -Uraz.”

Telefon numarasını hızla “Uraz Kayalar” diye kaydettim ve bir sonraki tanımadığım numaranın mesajına geçtim.

“Kumruş! Ben Nisan ve bu da benim numaram 053******* lütfen kaydet ve beni ara! Seni özledim.”

Nisan’dan bu mesajdan hemen sonra bir mesaj daha gelmişti.

“Pardon, zaten mesaj gönderdiğim zaman numaramı görmüş oluyorsun. Yazmama gerek olmuyormuş. Eren numaramı yazarak mesaj gönderdiğim için benimle dalga geçiyor şu an. Bir de numarasını yazayım diye ısrar ediyor. Bu da Eren’in numarası 053******* ve bu da Bulut’un 054****** Lütfen ara bizi! Seni özledik!”

Nisan, Eren ve Bulut’un numaralarını da kaydettikten sonra telefonumu kucağıma koyup başımı kaldırdım. Daha okunacak çok mesaj vardı ama benim telefonumla ilgilendiğim birkaç dakika bile ortamın daha da gerilmesine ve daha da sessizleşmesine sebep olmuştu. Annem ve babamın artık birbirlerinden nefret ettikleri fazlasıyla aşikardı.

“Ben şimdi gideyim.” diye söze girdi babam ayaklanırken, “Senin için görüşmem gereken bir fizyoterapi merkezi var. Bir de doktorlarının almamı istediği ortopedik bir yastık ve oturma simidi var. Onları halledeyim birkaç saate dönerim kızım.”

“Tamam baba.” diye mırıldandığım an annemin öfkeli bakışlarının bana döndüğünü hissettim. Ne olmuştu şimdi? Bu zamana kadar şefkat doluydu da şimdi babama baba demem mi bana karşı öfkelenmesine sebep olmuştu?

“Bir şeye ihtiyacın olursa,” dedi ve duraksadı babam, “Bir sorun olursa beni ara.”

“Tamam.” diyerek başımı salladım ve babam anneme veya teyzeme tek kelime etmeden çıkıp gitti.

“İlgili baba rolleri başladı...” diye mırıldandı annem sinirle gülerek.

“Öyle deme.” dedi teyzem, “Ne olursa olsun, çocuğuyla ilgilensin de ister rol olsun ister olmasın.” Annem omuz silkti.

“Yüzünü görünce bile sinirlerim bozuluyor.” dedi annem öfkeli bir nefes alarak. Teyzem gözleriyle beni işaret etti.

“Hadi gel,” dedi, “Mutfağa geçip yemekleri ısıtalım. Kumru’m açtır.”

“Hayır teyze. Şu an yemek yiyemem. Ben biraz uyusam iyi olur...” diyerek yastığımın içine gömüldüm.

“Eh, tamam o zaman. Biz gidip bir şeyler yiyelim. Acıktığın an söyle ama!” Başımı yattığım yerden salladım.

Teyzem mutfağa geçerken annemin bana tek kelime etmemesi garipti. Bir yıldır kapımda bekleyen kadın bu muydu? Hastanede beni görünce sevinen kadın bu muydu? Annem ya dengesizin tekiydi ya da etrafında insanlar varken rol yapan ta kendisiydi.

Bunlara alışıktım. Böyle yaşamak benim için yazı yazmak gibiydi. Kafamı yastığıma iyice gömüp uzandım ve sehpada duran telefonumu alıp yatar halde ekranımı açtım. Uraz’a ve Nisan’a cevap yazmam gerektiğini biliyordum. Önce Nisan’ı yanıtladım.

“Ben evdeyim. Merak etmeyin. İyi olacağım. Ben de sizi özledim, yorgun ve halsiz olduğum için arayamıyorum. Sonra bol bol konuşuruz.”

Daha sonra Uraz’ın mesajını bir kez daha okudum ve cevap yazmaya çalıştım.

“Telefonum artık bende. Evdeyim, iyiyim. Yalnızca yorgun ve halsizim, dinlenmeye ihtiyacım var. Sonra bol bol konuşuruz. Kendine çok iyi bak Uraz.”

O an Uraz mesaj sayfasında direkt olarak çevrimiçi oldu. Telefon elinde bir halde yazmamı bekliyor olamazdı, değil mi? Hemen yazmaya başladı.

“Evde rahat mısın?” Yazdı ve hemen sonra bir mesaj daha gönderdi,

“Annen sana nasıl davranıyor?” Ve hemen sonra hızla bir mesaj daha yazdı.

“Eğer kendini kötü hissedersen tek seçeneğin orasıymış gibi düşünme. Senin için tek ev orası değil Kumru.”

Yutkundum ve başımı kaldırıp etrafıma baktım. Ait olmadığım bir eve geçici bir süs eşyası gibi konulmuştum. Tek hissettiğim buydu ama burada kalmaya mecburdum. Benim evim burasıydı. Başımı telefonuma eğip istemeye istemeye sahte bir cevap yazdım.

“Ben iyiyim, annem ve babam bana gayet iyi davranıyorlar, benimle gayet iyi ilgileniyorlar. Lütfen aklın bende kalmasın.”

Uraz hala mesaj sayfasındaydı. Yazdığım mesajı direkt gördü ve direkt yazmaya başladı.

“Kendini sakın yalnız hissetme.” Yazdı ve bir mesaj daha gönderdi,

“Biz varız.” Ve bir mesaj daha,

“Ben varım.”

Uzun uzun telefon ekranına baktım. Uraz’ın yukarı görünen profil fotoğrafına tıkladım, bu çok eskilerden kalma bir fotoğraftı. Uraz ve abisinin balık tutarken çekildikleri bu fotoğraf en az beş yıl önce çekilmiş olmalıydı. Parmağımı Uraz’ın fotoğraftaki gülen yüzüne dokundurarak fotoğrafı yakınlaştırdım ve yüzüne baktım. Derin bir iç çektim ve Uraz’a mesaj yazdım.

“Biliyorum. Teşekkür ederim. Şimdi uyumam lazım, zor yazıyorum.”

Uraz mesajı yine anında gördü ve yine anında yanıtladı.

“Uyanınca yazacak mısın?”

Ne yapacaktım? Uyanınca yazacak mıydım? Elbette yazacaktım.

“Yazacağım.”

Bu mesajı yazdıktan sonra Uraz’ın yüzünde oluşacak gülümsemeyi tahmin edebiliyordum.

“İyi uykular Kumru.”

Mesaja baktım, baktım ve baktım... Uyku kelimesi artık içimi ürpertiyordu. Bir kez uyuduğum an bir daha uyanamama korkusu yavaş yavaş ruhuma işlemeye başlamıştı. Her şeyden öte, uyurken kabuslar göreceğimi bilmek uyanamamaktan bile kötüydü. Kabuslar yorucuydu, yıpratıcıydı. Telefonumu sehpaya bırakıp gözlerimi dinlendirmek için kapattım. O sırada telefonum art arda titredi. Uzanıp bir kez daha aldım ve ekran kilidini açıp gelen mesajlara baktım. Nisan’dan gelen mesajların yanı sıra bir de Eren ve Bulut’tan gelen mesajlar vardı.

“Duyduğum kadarıyla eve varmışsın baldız! Seni özledik.” Eren’in mesajı beni istemsizce gülümsetti. Hemen sonra Bulut’un mesajını okudum.

“Umarım evinde rahat ve mutlusundur Kumru. Bir şeye ihtiyacın olursa bir telefon uzağında olduğumuzu sakın unutma. Doktorun yazdı mı bilmiyorum ama biraz D vitamini kullanırsan çok iyi gelecektir.”

Ben Bulut’un mesajını okurken Bulut’tan bir mesaj daha geldi.

“Kumru selam, bu telefon Bulut’un telefonu ama ben Eren. Bulut sana mesaj yazarken yanımdaydı. Yazdığı mesajı görünce kendimi tutamadım ve araya girmek istedim. TIP PROFESÖRÜ YİNE ÖNEMLİ TAVSİYELERDE BULUNMUŞ. Tavsiyelerini mutlaka dinle!”

Mesajı okuduktan sonra kendi kendime gülmeye başladım. Aklım bir anda bir yıl öncesine gitti, yerin altına. Bir zamanlar burada bir yerlerde insanların ayaklarını bastığı yerin altında biz vardık. Biz bir adamın kabul edemediği başarısızlığının kurbanlarıydık. Oysa gücümüzü hiç yitirmemiştik, birbirimizi hep güldürmüş ve hep ayakta kalmaya çalışmıştık. Yanımda bu insanlar olmasaydı şu an ne halde olurdum acaba? Belki de hala yerin altındaydım, belki de çoktan çabalamayı bırakmıştım.

Mesajları beni mutlu etse de artık gerçekten ellerimle telefonumu tutmaya devam edebilecek bir halde değildim. Onlara yalnızca biraz daha dinlendikten sonra yanıt verebilirdim. Belki de konuşma işine ses kaydıyla devam etmeliydim ama annem ve teyzem içerideyken ses kaydı yapmak pek de isteyeceğim bir şey değildi. Bir kez daha yastığımın içine gömüldükten sonra oluşan sessizlikte ister istemez annem ve teyzemin mutfaktan gelen konuşmalarına şahit oldum. Annem bunalmış bir fısıltıyla konuşuyordu.

“Hastanede kalsın dedim, en iyi orada bakılır! Bunu herkes biliyor! Ama yok işte iyi baba rollerine girdiği için tutturdu hastanede kalamaz diye!” diyordu annem sessizce, kaşlarımı çatarak konuşmanın devamını dinlemeye devam ettim,

“Benim de çocuğum, benim de evladım. Bulunduğuna ben de çok sevindim! Ama işte... Benim çocuğum oldu diye benim bir hayatım olmasın mı? Ben şimdi nasıl bakacağım, bunu hiç düşünen yok. Maddi destek sağlarım diyor da tuvalete ben götüreceğim, duşunu ben aldıracağım. Bunları hiç düşünen yok.”

O an kalbime saplanan sancıdan mı bahsetmeliyim, burnumdaki sızlama hissinden mi yoksa yüzümdeki ateşten mi bahsetmeliyim bilmiyordum. Bu duyduklarım, akıl almaz bir sevgisizliğin akıl almaz cümleleriydi.

“Yahu kız yavaş yavaş düzelecek işte, kimse sana ömür boyu sırtında taşı demiyor ki. Üstelik benim evladım olsa ben ömür boyu sırtımda da taşırım. Ne var bir süre ilgileniversen. Kız kaybolunca bayılıp duran sen değil miydin?”

Bu olanlara inanamıyordum. Teyzemin anneme söylediklerine, benim hakkımda bunların söylenmek zorunda olmasına inanamıyordum. Kalbim ağrıyordu. Bu nasıl bir kimsesizlikti?

“Benim bir hayatım var, sen de biliyorsun. Çalışıyorum, yeni yeni arkadaşlarım var, hem Özer’le daha yeni başladık...”

“Mesele bu, değil mi Nazan? Kız kayboldu, bayıldın ayıldın, kendini yerlere attın! Sonra kız bulundu, bir yıl komada kaldı, hayatına baktın. Baktın ki hayatına biri de girdi, şimdi de sana yük gibi geliyor değil mi? Bu çocuğu dünyaya siz getirdiniz. Kendi kendine zorla senin rahmine girip sonra zorla oradan çıkmadı. Siz yaptınız. İkiniz de ilgileneceksiniz. İkiniz de yanında olacaksınız. Bir daha ağzından böyle cümleler duymayacağım.”

Teyzemin anneme kurduğu cümlelerle birlikte bu konuşma orada bitti. Bu konuşma o an onlar için orada bitti ama benim içimde hiç bitmeyecek bir konuşma başladı. Aynı hikaye beni aynı yerden bininci kez vurdu. İstenmemenin saçma hüznü içimin her yanını sardı. Nasıl da bir yabancıydım bu evde, nasıl da bir misafirdim...

Ben hiç mi istemiyorum sanıyorsunuz, bağırıp çağırmayı, yakıp yıkmayı, savurup dağıtmayı... Oysa şimdi bunları en yapamayacağım zamanımdayım. Kumru’ydum ben, oradan oraya savrulan, özgürce uçan bir kuş. Önce kalbim kırıldı sonra kanatlarım.

Önce gök düştü, sonra yüzü.

Kafamda binlerce fikir vardı. Ne yapabilirdim, ne yapılabilirdi? Çare neydi, çare neredeydi? Kime gidebilirdim ki? Babama mı? Teyzeme mi? Bana bu halde kim bakmak isterdi? Annem bile istemiyorsa kim isterdi?

Midemin bulandığını hissettim. Başımı bir sağa bir sola salladım ve duyduklarımı unutmaya çalıştım. Sehpaya uzanıp telefonumu elime aldım. Kafamı dağıtmak için arama motoruna girdim. Korkarak kendi ismimi yazdım, “Kumru Sonat.”

Karşıma bir ton haberin çıkmış olması şaşırtıcı ve ürkütücüydü.

“ENKAZ ALTINDAKİLER’İN DÖRDÜ UYANDI, BİRİ HALA KOMADA!”

“ALMAN YAPIM ŞİRKETİNDEN DUYGUSAL ‘ENKAZ ALTINDAKİLER’ ÖZÜRÜ.”

“ENKAZ ALTINDAKİLER DAVASINDA TÜRK YAPIMCININ TUTUKSUZ YARGILANMASINA KARAR VERİLDİ.”

“AYAKLARIMIZIN ALTINDA YAŞANAN DRAM : ENKAZ ALTINDAKİLER”

“ENKAZ ALTINDAKİLER’İN YAŞAMAZ DENEN BEŞİNCİSİ UYANDI!”

Bunlar binlerce manşetten yalnızca birkaçıydı, haber içeriklerini henüz okuyamıyordum bile. İsmim her yerdeydi, isimlerimiz her yerdeydi. Bizden “Enkaz Altındakiler” diye bahsediliyordu. Yabancı basında bile birçok haberimiz çıkmıştı. Gözlerim videolar kısmında yerin altından çıkarılma görüntülerimizi görse de henüz onları izleyecek kadar cesur değildim.

Ben hakkımızda yazılan haberlerin manşetlerine bakıp geçerken telefonuma bir mesaj bildirimi geldi. Bu az önce uyuyacağımı söylediğim Uraz’dan gelen bir mesajın bildirimiydi. Merakla mesaja tıkladım ve okumaya başladım.

“Eğer canını sıkan bir şey olursa benden yardım istemek için çekinme. Bunu zaten yeterince anladığını düşünüyorum ama tekrar tekrar söylemek istiyorum. Yanında olmaya hazırım. Kendini kimsesiz hissetmeni istemiyorum. İstemiyoruz.”

O an aklıma Uraz’ın hastanedeki mutsuz ve öfkeli hali geldi, abisinin Uraz’ı tutmaya çalıştığına emindim. Bu yazdıkları ise bu evde mutsuz olacağımı biliyor olmasıyla öyle uyuşuyordu ki resmen buraya dönmemi istememişti, hastanede o yüzden o haldeydi. Bir şeyler duymuş olmalıydı, belki de annemin az önce teyzemle yaptığı konuşmanın bir benzerini de Uraz duymuştu. Burada istenmediğimi, istenmeyeceğimi biliyordu.

“Teşekkür ederim Uraz,” diyerek cevap yazmaya başladım, “Her ne için bu kadar endişelendiysen merak etme. Gayet iyiyim, annemle aram da ilginç bir şekilde gayet iyi.”

Cevap hemen geldi.

“Sen yine de kötü olursan bana haber ver Kumru.”

“Tamam,” yazdım, “Yine de kötü olursam sana haber veririm. Merak etme.”

Bir insan için bunu söylemek ne kadar kolay olabilirdi ki? Uraz’ı, Nisan’ı veya bir başkasını arayıp ne diyecektim? “Annem beni istemiyor da size gelebilir miyim?” mi diyecektim? Eskiden olsa bir saniye bile düşünmez ve çıkıp giderdim. Gerekirse geceleri çalıştığım mağazanın kitap rafları arasında yatardım, yine de istenmediğim bir evde kalmazdım. Oysa şimdi durumum farklıydı, şimdi öylesine yardıma muhtaçtım ki burada kalmaktan başka seçeneğim yoktu.

Fakat bunu asla unutmayacaktım. Annemin ona en ihtiyaç duyduğum anda bile beni istememesini asla unutmayacaktım. En düştüğüm anda bile elimi tutmak istememesini aklımdan hiç çıkarmayacaktım. İyileşmek için tüm çabam kendi ayaklarımın üzerinde durabilmem için olacaktı. O gün kendime bir söz verdim. Kalbimdeki bu sızıyı aklıma kazımıştım ve asla unutmayacaktım.