22.Bölüm : Kumru Kafese Döndü.

Beyza Alkoç
0

22.Bölüm : Kumru Kafese Döndü.

“Uraz! Nisan! Eren! Bulut! Uraz!”

Kendimi kapkaranlık bir ormanın ortasında buldum. Oradan oraya koşuyordum, kollarımı kesen sert ve ince ağaç dallarını umursamadan koşmaya devam ediyordum.

“Uraz! Nisan!”

Avaz avaz bağıran sesimin yankısı aldığım tek karşılıktı. Ben bağırıyordum ve sesim yalnızca bana dönüyordu.

“Kimse yok mu?”

Tam o an koşar adım uzattığım ayaklarım bir bir büyük bir boşluğa düştü. Boşluğun içinde süzüldüm, küçüldüm ve bağıra bağıra yok oldum.

-

“Kumru Hanım! İyi misiniz? Sakinleşin, kabus görmüş olmalısınız. Sayıklıyordunuz.” Gözlerimi araladığım an gördüğüm yüz kırklı yaşlardaki kızıl saçlı hasta bakıcının yüzüydü. Bana endişeyle ve merakla bakıyordu. Nefes nefeseydim, uzun bir düşmenin yorgunluğunu yaşıyor gibiydim.

“İyiyim.” dedim, “İyiyim. Sadece düştüm.” Hasta bakıcı gülümsedi.

“Rüyanızda düştünüz.” diye düzeltti. Kafam karmakarışıktı.

İçinde bulunduğum gerçekliğin karışıklığı yetmezmiş gibi bir de kabuslar görmeye başlamıştım. Kafamın içinde hala oradaydım, yerin altında. Gerçekte olanlar ise bir yıl boyunca komada kalıp uyandığım ve hastanede olduğumdu. Hangisi daha kötüydü bilemiyordum. Dün bütün gün boyunca tek gördüğüm kişi Uraz’dı. Konuşmama müsaade edilen tek kişi oydu. Annemin ve babamın diğerleriyle birlikte kapıda beklediğini biliyordum. Teyzem ve kuzenlerimin, Eren, Nisan ve Bulut’un da orada olduğunu biliyordum ama aslında bakarsanız Uraz’la konuşurken hissettiklerimden sonra hiçbiriyle konuşmaya hazır hissetmiyordum. Uraz’a karşı yabancı hissetmiştim. Kafam o kadar karışıktı ki kim bana tanıdıktı, hangi hikayenin içinde bir ögeydim bilemiyordum.

“Yemeğin geldi. Yedirmemi ister misin?” diye sordu hasta bakıcı. İsmi Esra’ydı. Evliydi ve bir çocuk annesiydi, bunları bana ben yarı uyur yarı uyanık haldeyken serumumu takarken anlatmıştı.

“Acıkıp acıkmadığımı bile bilmiyorum...” diye mırıldandım.

“O zaman acıktığını varsayalım çünkü saatlerdir hiçbir şey yemedin. Aç olmalısın.” dedi ve tepsiyi tekerlekli hasta masasına koyup önüme çekti.

“Ah...” Bu ses dudaklarımın arasından istemsizce çıkan bir acı tepkisiydi. Doğrulmaya çalışırken hissettiğim acı hissi vücudumun her yerinden geliyordu.

“Bekle!” dedi Esra, “Yatağını doğrultacağım. Şu an hareket etmen pek kolay olmayacaktır.”

“Peki bir gün olacak mı?” diye sordum umutsuzca. Hasta bakıcı yatağımı kaldırdı ve yatağımın kenarına oturdu.

“Bir gün elbette kolaylaşacak. Vücuduna zaman vermelisin, ben bir yıl uyusam bir daha uyanamazdım bile!” dedi gülerek.  

Bu cümle gariptir ki doktorumun konuşmaları ve Uraz’ın konuşmalarının yanında bana umut olan tek cümle olmuştu. Gülümsemesi, rahatlığı ve yaşadığım duruma karşı alışkınlığı bana umut vermişti. Bana uzattığı çorbadan bir kaşık aldım.

“Teşekkür ederim Esra Hanım.” diye mırıldandım. Gülümsedi ve yemeğimi yedirmeye devam etti.

“Bana Esra Abla diyebilirsin!” dedi, “Çocuğum yaşındasın.”

“Teşekkür ederim Esra Abla.” diye düzelttim halsizce gülümseyerek. Esra Abla bana bir parça ekmek uzatıp konuşmaya başladı.

“Yemeğini yedikten sonra Beste Hanım gelecek, kontrollerin yapılacak ve eğer her şey yolundaysa bugün evine geçebileceksin. Mutlu olmalısın.” dedi gülümseyerek.

Yutkundum ve yemeğimi yemeye devam ederken gözlerim karşı duvara odaklandı, öylece daldım gittim. Evime geçebilecekmişim. Peki benim evim neresi? Beni istemeyen annemin yanı mı? Yoksa beni istemeyen babamın yanı mı? Bir sığıntı gibi hissedeceğim teyzemin yanı mı? Benim evim neresi?

Yemeğin sonraki on dakikası oldukça sessizdim. Sessizce bir şeyler daha yedim ve dinlenmek istediğimi, daha fazla yemek istemediğimi söyleyerek Esra Abla’yı odamdan yolladım. Beni istemediğini söyleyen annemin evinden çıkıp gitmiştim, şimdi oraya dönmek bana nasıl hissettirirdi? Bir işim yoktu, çalışabilecek bir halde değildim, bakılması gereken bir haldeydim. Bu işin içinden nasıl, ne şekilde çıkacaktım? Dolu gözlerim ve düğümlenen boğazım beni ağlamam için zorluyordu. Derin ve titrek bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp derin nefesler almaya devam ettim. Ağlamak istemiyordum.

“Günaydınlar, Kumru.” Açılan kapı ile birlikte odanın içini dolduran ses Doktor Beste’ye aitti. Kadın tüm güzelliğiyle odanın içine bir ışık gibi doğdu.

“Günaydın Beste Hanım.” diye mırıldandım.

“Bugün nasıl hissediyoruz?” diye sordu elindeki belgelere bakarken, “Gece aldığımız kan örneklerine göre sonuçlarında bir problem görünmüyor.”

“Ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim.” dedim sessizce. Doktor Beste elindeki dosyayı masaya bıraktı ve yanıma yaklaştı.

“Şimdi iznin olursa kalbini ve nefesini dinleyeceğim.”

“Tabi.”

Doktor Beste arkama geçip beni elleriyle destekleyerek kaldırdı. Kalbimi dinledi, nefesimi dinledi, öksürüğümü dinledi. Elleriyle eklemlerimi kontrol etti. Kontrolün her anı acı içinde geçti. Sızlanmamak için kendimi öyle çok kastım ki bunu o bile fark etti.

“Kasma kendini, canın yanıyorsa bağırabilirsin.” dedi anlayışla, “Bunlar çok normal. Vücudun hareketsizliğe alıştı ve zamanla hareket etmeye de alışacak. Ağrıların olacak, acıların olacak ama zamanla hepsi geçecek.” Sonra beni yavaşça yatağıma yatırdı ve karşıma geçti.

“Şu an için hastanede kalmanı gerektirecek bir durumun kalmadı Kumru.” dedi muhteşem bir haber veriyormuş gibi, “Sık sık kontrollerimiz olacak, fizik tedaviye başlayacaksın ama burada kalmanı gerektirecek bir durumun kalmadığına göre seni evine yollayabilirim.” dedi mutluluk dolu bir sesle.

Bunun beni de mutlu edeceğini sanıyor olmalıydı. Oysa öyle değildi, bu beni bir gram bile mutlu etmiyordu. Korkutuyordu.

“Ailem...” dedim tereddütle, “Annem ve babam... Burada mı?” diye sordum. Bundan bile emin değildim. Beni bırakıp gitmiş olacaklarını düşünüyordum. Çocukluğumda onları beklerken uyuyakaldığım her gece düşündüğüm gibi...

“Evet, elbette. Annen ve baban burada, teyzen ve kuzenlerin de. Tabi arkadaşların da burada. Uraz, Nisan, Eren, Bulut... Uraz’ın ağabeyi, Araz bile burada.” dedi gülerek.

Başımı salladım. Derin bir nefes aldım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. İstenmediğim bir eve nasıl geri döneceğimi bilmiyordum.

“Bir sorun mu var Kumru?” diye sordu Doktor Beste, “Benimle her şeyi konuşabilirsin.” Omuz silktim.

“Hayır... Yani... Galiba komadan dolayı... Kafam karmakarışık.” diyerek toparlamaya çalıştım. Ona anne ve babamın evinden neden ve nasıl ayrıldığımı anlatacak halim yoktu, beni nasıl istemediklerini anlatacak değildim.

“Bu çok normal, bu da zamanla geçecek. Biraz sakinliğe ve sessizliğe ihtiyacın var. Dışarıdaki ziyaretçilerinin hepsi seni görmek için can atıyor. Eğer istersen onları beş dakikalığına buraya alabilirim. Merak etme, sonra yalnızca annen ve baban kalacak. Sonra da onlarla evine gideceksin.”

Beste söylediği şeylerin bana iyi hissettireceğini düşünüyor olmalıydı. Yalnızca anne ve babamın kalmasına sevineceğimi düşünüyordu, sonra onlarla eve gideceğime mutlu olacağımı düşünüyordu. Bu cümleler ise bende kahkahalar atarak sinir krizi geçirme isteği yaratıyordu.  Gülümsedim. Bu bir sinir krizi başlangıç gülümsemesiydi.

“Çok sevinirim.” dedim yalan söyleyerek.

“Tamam, ben onlarla konuşup hepsini alıp geliyorum!” dedi ve odanın kapısına yöneldi, “Hemşireyi gönderip serumunu çıkarttıracağım. Merak etme, birazdan açık bir damar yolun kalmayacak!”

İşte bu sevindirici bir haberdi. Her yanım delik deşikti. Beste odadan çıkar çıkmaz içeriye benim için bir hemşire yolladı. Hemşire önce serumumu çıkardı, sonra pamukla sertçe bastırıp uzunca bir bant yapıştırdı. Başını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi.

“Demek gidiyorsunuz,” dedi, “Resmen bir yıldır bizimleydiniz. Uyanmanız, buradan çıkıp gidecek olmanız büyük bir mucize. Çok geçmiş olsun.”

“Teşekkür ederim...” diye mırıldandım ve sessizce gülümsedim.

Hemşire tüm işlemlerini bitirip odadan çıkıp gittiğinde başımı odaya çevirdim. Bir yılımı bu hastanede geçirdiğim gerçeğine inanamıyordum. Buradaki herkes beni bir yıldır tanıyordu, oysa ben onları yalnızca bir gündür tanıyordum, ne garip. Ben iç bunaltıcı düşüncelerle odanın duvarlarını izlerken odanın kapısı açıldı. İlk görünen sevinçle gülümseyen annem oldu, sonra aynı gülümsemeyle babam girdi içeri.

“Kızım...” dedi annem.

“Kumru’m...” dedi babam.

“Şimdi odada kalabalık olacağımız için lütfen fiziksel bir temasa geçip Kumru’yu bunaltmayalım. Hassas olduğunu bilin.” Beste Hanım konuşup açıklama yaparken içeri tek tek beni gördüğüne fazlasıyla sevinen teyzem ve kuzenlerim girdi.

Sonra dolu gözlerle Nisan’ın girdiğini gördüm. Onu görünce benim de gözlerim doldu, neden bilmiyorum, onu çok kısa tanımıştım ama birbirimize öyle muhtaçtık ki aramızdaki bağ çok farklıydı. Nisan’ın elini tutan elin sahibi Eren’di ve onun da gözleri doluydu. Sonra Bulut girdi, içinin bunalmışlığı yüzüne vuruyordu, bana gülümsemeye çalışarak elini kaldırdı ve selam verdi. Ona gözlerimi kırparak karşılık verdim. Sonra içeri Uraz ve Araz girdi. O an hissettiğim şeyin tarifi yoktu aslında. Uraz’ın Araz’a kavuşmuş olması, şu an burada yan yana olmaları ve bu kadar benzemeleri inanılmazdı. Uraz’ın kıpkırmızı gözleri şu an bu odada dikkatimi en fazla çeken şeydi. Gözleri neden kırmızıydı? Ağlamış mıydı? Üzgün müydü? Öfkeli miydi? Bana baktı ve göz kırptı, ona iki gözümü birden kırparak karşılık verdim.

İşte “herkes” buradaydı. Hayatımdaki herkes.

“Kumru’yu görmek istediniz, ben de bu isteğinizi gerçekleştirmek istedim ama gördüğünüz gibi şu an çok yorgun ve çok da halsiz. O yüzden sizden ricam şimdilik Kumru’yu bu kadar görmekle yetinmeniz. Kumru’yu birazdan ailesiyle eve göndereceğim, onu yalnızca o iyi oldukça, kendini toparladıkça ziyaret ederseniz çok sevinirim.” dedi Doktor Beste.

Herkes sessizce başını sallayarak onayladı, “Tabi,” gibi sesler kulaklarımda yankılandı. Başını sallamayan tek kişi Uraz’dı.

“Gider gitmez beni ara!” dedi Nisan bir anda kendini tutamayıp. Başımı salladım.

“Arayacağım.” dedim, “Hepinizi.” O an gözlerim Uraz’ın gözlerine çevrildi ve bir detay fark ettim, Araz Uraz’ın kolunu sanki onu sakinleştirmek istermiş gibi tutuyordu.

“Sizi şimdi dışarı alacağım. Kumru’yu da anne ve babasıyla evine yolluyorum. Zamanla bol bol görüşür ve konuşursunuz. Hepinize geçmiş olsun.”

Doktor Beste son konuşmasını yaptıktan sonra aynı sesler yükseldi, “Geçmiş olsun.” mırıldanmaları kulaklarımı doldururken özellikle Uraz ve Nisan’ın buradan zorla ayrılıyor olduklarını buram buram hissedebiliyordum. Kapıdan çıkacakları sırada Uraz son kez bana döndü.

“Görüşürüz.” diye mırıldandı.

“Görüşürüz.” diye yanıtladım.

Ve bu bir süreliğine onları son görüşüm oldu. Hayat öyle ilginç ki dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorsun. Ben de oraya döndüm, eve, odama...

Annem ve babam ayrıldıktan sonra babam birkaç sokak ötede bir eve taşınmış. Annem ise hali hazırda yaşıyor olduğumuz evimizde kalmış. Onunla son konuşmamız kelimesi kelimesine aklımda olmasına rağmen annem sanki o gün benimle o şekilde konuşan kadından bir başkasına dönüşmüş. İkisinin de her hareketinde gördüğüm mahcubiyet ve üzüntü beni her ne kadar şaşırtsa da ben o çocuğum işte. Her gece anne ve babasını bekleyerek uyuyakalan o küçük çocuğum, doğum günü her seferinde unutulan o küçük çocuğum ben. Annemi biliyorum, babamı tanıyorum. Hayatın beni yine aynı noktaya sürükleyeceğine eminim ama işte buradayım, istenmediğimi öğrendiğim ve bu sebeple terk ettiğim o evde, evimdeyim...

Defterim önümde, kalem tutan parmaklarım ağrılar içinde ve ellerimden yalnızca iki cümle çıkıyor...

Kumru kafese döndü.

Ve artık kanatları yok.