1.Bölüm : Daire 7

Beyza Alkoç

GİRİŞ

“Günaydın Türkiye, bugün duyacağınız bombalara hazır mısınız?” Parmaklarım tam olarak bu cümleyi yazıp “Gönder” tuşuna bastığında derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Sayfam yaptığım paylaşımın hemen ardından mesajlarla ve yorumlarla dolup taşarken gözlerimi kapatma tuşuna bastığım bilgisayarımın kararan ekranında beliren kendi yansımama çevirdim.

Ben Mine Uysal. Ya da tüm Türkiye’nin bildiği diğer ismimle ünlü magazin yazarı Yeşil Küpeli Kız. Bu sayfayı tam bir yıl önce bugün kurdum, kimseye bağlı çalışmadan, gerçek ismimi ve kimliğimi asla ve asla kimseye belli etmeden tam bir yılda on iki milyon takipçi sayısına ulaştım. Yaptığım tek iş güvenilir kaynaklarımdan ünlüler hakkında kimsenin bilmediği haberlere herkesten önce ulaşmak ve onları hem bloğumda, Instagram sayfamda paylaşmaktı. Magazinden hoşlanan bu kadar insanla aynı dünyada yaşadığımı bilmediğim bir yolculuğun bir yıl sonrasında tahmin bile etmediğim bir yerdeyim şimdi. Eğlenmek için açtığım Yeşil Küpeli Kız sayfası bana takipçi kazandırmakla kalmayıp fazlasıyla para da kazandırdı. Önce kirada oturduğum evi satın aldım, sonra daha büyük bir eve geçtim. Başta bunu bir iş olarak görmeye başladığımı anladığım an işin eğlencesini kaybetmeye başladığımı fark ettim, o an kendime bu yola çıkarken içimde bulunan amacı hatırlattım. Ben bu sayfayı eğlenmek için açmıştım ve öyle de kalacaktı. Şimdi pembe ve siyahla bezenmiş odamda oturmuş arkamda duran valizlerime bakıyorum. Evet, üçüncü evime taşınıyorum. Daha büyük bir eve mi? Daha lüks bir eve mi? Hayır. Bana bu zamana kadar oradan buradan öğrendiğim magazin bilgilerinden çok daha ötesini verecek bir yere... Yeni haberime doğru gidiyorum. Biliyorum, kafanız karmakarışık. Açıklamama izin verin. Sizlere Efe Duran’dan bahsettim mi? Tam iki ay önce evinin oturma odasında oturmuş tek bir şarkı söylemişti Efe. Arkadaşları Efe şarkı söylerken videosunu çektiler ve bu videoyu dünyanın en ünlü video paylaşım sitelerinde paylaştılar. Ertesi sabah uyandıklarında Efe Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştü. Yakışıklı, genç ve yetenekli. Prodüksiyon şirketleri Efe’nin telefonlarını meşgul ederken Efe tam o gün arkadaşlarından birinin yönlendirmesiyle Türkiye’nin en ünlü prodüksiyon şirketi SMA Prodüksiyon ile anlaştı. O günden beri kendisine sakladığı üç şarkıyı piyasaya sürdü, bir anda on milyon takipçiye sahip oldu ve Türkiye’nin gündeminde birinci sıraya çıktı.

Efe Duran... Genç kızların yeni sevgilisi... Fakat maalesef kendisi bu zamana kadar ünlü olmuş her sanatçıdan fazlasıyla farklı. Evinden dışarı çıkmayı sevmiyor, asla görüntü vermiyor ve özel hayatı hakkında kimsenin tek bir fikri bile yok. Ne bir arkadaşına ulaşabildim ne de onu tanıyan herhangi bir insana. Kimse onun hakkında hiçbir şekilde haber yapamazken ben bir mucizenin kucağına düştüm... Bir gün arabamla trafikte ilerlerken diğer arabaların arasında gözüme bir plaka çarptı. Arabanın siyah camları yüzünden içinde kimin olduğunu göremiyordum fakat plaka tam olarak şöyleydi “34 ESM ***” O ana kadar Efe hakkında öğrenebildiğim tek bilgi annesi ve babasının isimleriydi. Sibel ve Metin. O an bunun şizofrence bir davranış olup olmadığını umursamadan bu plakanın Efe, Sibel ve Metin isimlerinin kısaltması olduğunu düşündüm ve o arabayı takip ettim. O arabayla birlikte kendimi Kemerburgaz’ın en tenha, nezih ve zengin sokaklarından birinde buldum. İşte o an benim için bir mucizenin gerçekleştiği o andı.

“Kardelen Sokak...” diye mırıldandım kendi kendime araba bir binanın önünde durduğu sırada.

“No 26...” diye devam ettim ve tam o an beni şoka sokan o gerçeklik güneş gözlükleriyle arabadan inip binaya doğru bir adım attı. Efe Duran tam olarak burada karşımdaydı. Onu ilk defa canlı kanlı görüyordum. Güneş gözlükleri, siyah gömleği, siyah pantolonu ve elindeki ahşap gitar çantasıyla ne kadar etkileyici göründüğünü tahmin bile edemezdiniz. Kalbim deli gibi çarparken gözlerim binanın üzerinde dolaştı ve orada tam o anda bir mucizeyle daha karşılaştım.

Camların birinde yazan “KİRALIK” yazısı beni delice bir planın içine sürüklerken içimdeki habercilik aşkı bunun hiç de delice olmadığını söylüyordu. Bunu yapacak mıydım? Evet, bunu yapacaktım. Her şeyimi bırakıp bu binaya taşınacaktım ve bir ay içinde Efe Duran hakkında her şeyi öğrenip onun hakkındaki büyük haberimi yapıp çıkıp gidecektim bu binadan.

O zaman tekrar tanışalım... Ben Mine, yirmi yaşında kariyerinin en parlak döneminde bir sosyal medya yazarıyım. Nam-ı diğer Yeşil Küpeli Kız... Hayat beni hırslarım uğruna buraya, hiç bilmediğim bir sokağa üzerinde kocaman siyah harflerle “No : 26” yazan bir binanın önüne sürüklemişti. Benim için bir ay süreceğini düşündüğüm bu yolculuk beni nereden nereye götürecekti, beni hangi duygularla tanıştıracaktı, beni gururumla ne derecede yüz yüze getirecekti bilmiyordum. Tek bildiğim içimde yanıp tutuşan o başarılı olma isteğiydi, başka hiçbir şey değil.

1.Bölüm : Daire 7
*Ve güneş batar, ay doğarken.*

Günlerden Pazartesi ve bir ay sürmesini planladığım yeni hayatımın ilk günündeyim. Elimde çeke çeke zorla yeni binama soktuğum valizlerim ve gözlerimin önünde kocaman NO 26 yazısı... Binanın lüks asansörü ben içeri girer girmez hiçbir tuşa basılmadan önümde açılınca “Vay be.” deyiverdim. Valizlerimle birlikte asansöre zar zor sığdım ve tam şu an sizin “Bir aylığına yaşayacağın bir eve bir sürü valizle gelmen mantıklı mı?” dediğinizi duyar gibiyim. Fakat bilmediğiniz bir şey var, valizlerimden sadece biri kıyafetlerle dolu, diğerleri bir masaüstü bilgisayar, bir laptop, bir sürü dergi, bir sürü gazete, mantar panolarım, ofis malzemelerim ve bir dolu ufak tefek eşyamı taşıyor. Ben kendi ufak tefek eşyalarımı hazırlarken anlaştığım bir mimar bir hafta gibi kısa bir sürede evin eşyalarını döşemiş ve evi benim sadece birkaç valizimi alıp geleceğim şekilde hazır hale getirmişti. Nevresimlerime kadar almıştı. Asansörden zar zor inip koridorda ilerledim.

“Daire 7.” diye mırıldandım kendi kendime, “Yeni evime hoş geldim... Kısa bir süreliğine.”

“Aynen, kesin kısa süreliğinedir...” Tanıştırayım, bu konuşan benim iç sesim ve kendisinin her cümleme bir cevabı vardır. Muhtemelen sizinle çıktığımız bu yolculukta benden çok onun cümlelerini duyacaksınız. Bir ameliyatla iç sesimizi aldırabilseydik kendimde değiştireceğim ilk şey bu olurdu. Tabi kendimde değiştirmek istediğim tonla şey daha var. Bunları yaptırmak için ise zaman gerekiyor ki o bende bir gram yok...

“Merhaba, yeni evim.” diye mırıldanarak kapımı kapattım ve valizlerimi salonun ortasına bırakıp evin içinde öylece bir göz gezdirdim.

“Garip...” diye düşündüm.

“Çok garip...” diye tamamladı iç sesim. Bu eve adım attığım ilk an, evin içine önümü döner dönmez kendimi çok şey hissetmiştim. Şey...

“Evde?” İç sesimin beni yanıtlamasına şaşkınlıkla başımı salladım.

“Aynen öyle.” diye mırıldandım etkilenmiş bir sesle, “Evde hissettim. Sanki yıllardır burada yaşıyormuşum gibi...”

Mavi koltuklarım, yeşil duvarlarım, koltuklarımın arasına konulmuş üç bonsai çiçeğim, zebra perdelerim, bir modern bir marangoz masasını andıran koca yemek masam, mumluklarım, mumlarım, loş ışıklarım, abajurum, yeşille bezenmiş yatak odam... Hepsi o kadar bendi ki size anlatamazdım. Burası tam bir ev olmuştu. Sanki her eşyayı ben seçmiştim, sanki her bir parça için aylarca mağazaları gezmiştim ve en bana göre olanını bulmuştum.

Ya da şöyle mi söylesem... Dünyada bir yer bana ev olmak için ayırılmış da ben gelmiş orayı bulmuşum gibi.

“Aynen öyle kızım...”

“Kızım mı? Sen iyice bizi arkadaş sanmaya filan başladın.” Evet, iç sesimle konuşuyorum ve hayır şizofren değilim. Siz konuşmuyor musunuz? Normal olanı bu değil mi?

Yaklaşık beş saatimi tüm eşyalarımı eve yerleştirmeye ve evde en ince ayrıntısına kadar kendi düzenimi yaratmaya ayırdım. Beş saatin sonunda ise nihayet duşa girdim ve mutfak siparişlerimin gelmesini beklerken Yeşil Küpeli Kız hesabıma girip yeni bir gönderi paylaştım.

“Selam Türkiye, bugün duyacağınız bombalara hazır mısınız?” Gönderiyi yazdım ve paylaştım. Anında mesaj kutumu dolduran yüzlerce mesaj gözlerimin önünde akıp giderken telefonumu masama bıraktım ve çalan kapıya yanıt vermek üzere koridora doğru ilerledim.

“Mine Hanım?”

“Evet, buyurun...”

“Market siparişlerinizi getirdim.”

“Ah, teşekkürler. Şöyle bırakabilirsiniz...” Kurye siparişlerimi koridora bıraktıktan sonraki on beş dakikam ise siparişlerimi buzdolabına ve mutfak dolaplarına yerleştirmekle geçirdim. Mutfak alışverişimi yerlerine yerleştirdikten sonra kendime bir kahve yaptım ve telefonumun başına geçtim. Yirmi dakikada gelen mesaj sayısı tam tamına on beş bin yedi yüz elliydi... Mesajlara kısaca bir göz attığımda ise gelen cevaplar beni üzerinde çalıştığım iş için kat ve kat daha heyecanlandırmıştı.

“Efe Duran hakkında bir haber alabilecek miyiz artık Yeşil Küpeli Kız?”

“Selam YKK (Yeşil Küpeli Kız)! Efe hakkında bir haber bulabildin mi? Lütfen...”

“Efe Duran’ın sevgilisi var mı? Lütfen açıkla! Çok acil!” Yoksa ne yapacaksın acaba sevgilisi mi olacaksın? Ne saçma bir mesaj...

“YKK nerelerdesin? Bütün gün seni bekledik! Efe Duran hakkında bir haber var mı?”

Mesajların %99’u Efe hakkındaydı ve onlara verebileceğim hiçbir şey yoktu... Üstelik birkaç hafta daha onlara verebileceğim hiçbir şey olmayacaktı. En azından farkında olduğum bir şey vardı, bir ay sonra da olsa Efe Duran hakkındaki ilk haberi yapan sayfa benim sayfam olacaktı. Son bir yıldır olduğu gibi yine Yeşil Küpeli kız kazanacaktı.

“Peki planımız ne?” diye sordu İç Ses. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım.

“Romantik Komedi planı.” diye mırıldandım.

“Nasıl yani? Onu kendimize aşık mı edeceğiz?”

“Hayır, salak. Efe Duran’ın bize aşık olması gibi bir ihtimal var mı sence, sadece soruyorum? Planımız şu, merdivenlerde Efe Duran’la romantik komedi filmlerde olduğu gibi çarpışmalı tesadüflü bol gülüşmeli bir karşılaşma ve tanışma yaşayacağız. Ve sonra komşu olduğumuz için tanışacağız, arkadaş olacağız ve bize güvenmesini sağlayacağız. Bu kadar...”

“Başarısızlıkla sonuçlanacak bir plan. Haberin olsun.” İç Ses’in yorumunu görmezden gelerek kahvemi bitirdim ve yatak odama gidip üzerime hoş bir mavi kazak, bol bir kot pantolon ve uzun bir depresyon hırkası geçirdim. Yeni taşındım ve ev işleriyle uğraşıyorum havasında görünmek istiyordum. Daha sonra saçlarımı “ev temizliyorum topuzu” yaptım ve elime kira sözleşmemin de yer aldığı dosyayı alıp evden çıktım. Öncelikle anlamam gereken bir şey vardı, Efe hangi dairede oturuyordu? Önce bunu çözmek zorundaydım... Bunu nasıl çözeceğime dair hiçbir fikrim yoktu, evet ama binanın katları ve koridorları arasında dolaşırken bir ipucu bulacağımı umuyordum. Çaresizce tek tek katları ve koridorları dolaştım. Bütün dairelerin önünde birer dakika bekleyip içeriden gelen seslere odaklandım. Yirmi dakika sonra bir üst katımda bir dairenin önünde heyecanla durdum.

“Gitar sesi...” diye fısıldadım, “Daire 14.” Bu onun eviydi, bu onun gitar çalışıydı, bu onun şarkısıydı. Onu bulmuştum. İçeride hissettiğim hareketlilikle hızla ilerledim ve koridorun ortasına geçtim. Planım kapının açılması, Efe’nin dışarı çıkması ve yanlışlıkla bana çarpmasıydı. Fakat maalesef, tam bir buçuk saat koridorda beklememe rağmen Efe asla dışarı çıkmıyordu. Çaresizce yeni planlar düşünürken aklıma çok salakça bir plan geldi. Deli cesaretiyle kendimi Efe’nin kapısının önünde buldum. Kapıyı üç kere çaldım ve beklemeye başladım. Kapı iki dakika sonra açıldığında kalbimin yerinden çıkmak üzere olduğunu hissettim. Buradaydı, karşımda. Dağınık saçlarıyla, düşünceli ve hatta nedense bana öfkeli gibi gelen bakışlarıyla, siyah tişörtü ve siyah eşofmanıyla bana bakıyordu.

“Merhaba...” deyiverdim.

“Sizi tanıyor muyum?” diye sordu.

“Ben sizin yeni kiracınızım, Daire 7’ye taşındım. Kira sözleşmesiyle ilgili birkaç şey sormak istiyordum ama rahatsız etmemişimdir umarım.” Dünyanın en kötü yalanını söylemiş olabilirim. Size yemin ederim şimdi ne saçmaladığımı sorup sitenin güvenliğini çağıracak.

“Öyle mi? Hayır, rahatsız etmediniz. Ne sormak istiyorsanız sorabilirsiniz.” Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Dalga mı geçiyordu?

“Yani... Siz... Yani... Ben...” diye eveleyip gevelerken Efe kaşlarını çattı.

“Yani?” diye sordu tahammülsüzce. Sonra gözlerim yavaş yavaş kira sözleşmesine doğru kaydı. Gözlerim sözleşmede yazan isimlerin üzerinde gezindi.

“Kiracı : Mine Uysal.
Ev Sahibi : Efe Duran.”

“Şaka mı bu?” deyiverdim bir anda. Sesli konuştuğumu fark edip ağzımı elimle kapattım ve Efe’nin anlam vermeye çalışan yüzüne baktım. Sakin olmalıydım. Düşünmeliydim. Ben bu sözleşmeyi emlak ofisinde imzalamıştım, emlakçı bana aynen şöyle demişti, “Ev sahibi çok meşgul bir bey, sizden sonra gidip ona imzalatacağım.” Yani benim ev sahibim Efe Duran mıydı? Hemen konuyu kolayca kapatacak bir yalan bulmalı ve alt kata inmeliydim.

“Sözleşmede evde diyafon takılı olacağı yazıyor ama evde diyafon yok. Ne zaman takılacak acaba, bunu öğrenmek istemiştim.” Aferin Mine, öyle bir yalan söyledin ki artık Efe’nin gelip evin içine bakmasına sebep olabilecek kadar batırdın işi!

“Evde diyafon takılı, daha dün gelip taktılar.” Tamam, şimdi de gözümden kaçtığını söyleyip teşekkür edip gitmeliyiz buradan Mine!

“Hayır, takılı değil.” Bu da neyin nesi? Çocukla inatlaşacak mısın?

“Yanlış anlamazsanız gelip eve bakabilir miyim?” diye sordu bir anda, “Dün taktıklarına eminim. Babam ödemelerini bile dün yaptı.” Tamam, şimdi gözümden kaçmıştır deyip gidelim buradan, hadi!

“Tabi, gelip bakabilirsiniz. Ben diyafon olmadığına eminim.” Gerçekten ne yapıyor olduğuma dair hiçbir fikrim olmadan telaşlı bir şekilde her şeyi daha da batıracak cevaplar verip duruyordum. Koridorda bir çarpışma hayal ederken çocuğu eve atıyordum, olaya bakın!

“Bir saniye, ceketimi alayım...”

“Tabi.” Efe içeri girerken yapmak istediğim tek şey kafamı duvarlara vurmaktı. Çünkü lanet olası evde bir diyafon vardı ama olmadığını iddia etmiştim. Efe evime girip kapının tam yanındaki görünmemesi imkansız olan diyafonu gördüğünde ne düşünecekti acaba? Onu eve atmak istediğimi mi? Yoksa bir deli olduğumu mu?

“İnebiliriz. Bu arada ben Efe.” Efe Duran karşımda durmuş tüm çekiciliğiyle bana elini uzatıyordu. Boyu bana göre o kadar uzun kalıyordu ki karşısında insan minyatürü gibi duruyordum. Elimi çekinerek uzattım ve elini tuttum.

“Ben de Mine. Memnun oldum. Bu arada ben sizi tanıyor olabilir miyim?” diye sordum çünkü Efe’yi tanımayan yoktu ve benim onu tanımıyor gibi davranmam fazlasıyla garip kaçacaktı, her şeyin bir oyun olduğu belli olacaktı. Efe canı sıkkınmış gibi başını salladı.

“Olabilirsin Mine.” Bu cümleyi o kadar etkileyici kurmuştu ki bu iki kelimenin nasıl bu kadar etkileyici bir hale getirilebileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Birlikte asansöre doğru ilerlerken anlatmaya devam etti, “Ben Efe Duran... Oturma odasında gitar çalıp şarkı söyleyip gündeme oturan çocuk. Hatırladın mı?”

“Ah, magazini pek takip etmem ama seni hatırlıyorum Oturma Odasındaki Çocuk!” Aynen, magazini pek takip etmeyiz çünkü magazine biz yön veriyoruz Mine’ciğim, hadi söyle ona!

“İsmimi bilmemen beni mutlu etti.” Efe kısaca bir cevap verip asansörden inmem için bana eliyle yol verirken ona kaşlarımı çatarak baktım.

“Neden? Ünlü olmayı sevmedin mi?”

“Ünlü olmayı sevecek kadar geri zekalı değilim.”

Efe Duran hakkında öğrendiğim ilk gizli bilgi, ünlü olmayı sevmemiş! İlginç. Bir ayda para içinde yüzecek hale geldi ve bundan nefret mi ediyor? Sebebini deliler gibi merak ediyorum.

“Burası senin dairendi galiba, değil mi?” diye sorunca başımı sallayarak kaşlarımı çattım.

“Senin dairendi galiba derken? Hangi evin sahibi olduğunu bilmiyor musun?” Espri yapıp gülmeye başlamıştım ki Efe’nin cevabıyla kalakaldım.

“Hepsi benim.”

“Ne?” Şaşkınlıkla yüzüne baktığım sırada başını salladı, “Hepsi derken? Yani... Bütün hepsi mi?”

“Evet,” dedi ve söyleyiş şeklim hoşuna gitmiş gibi taklidimi yaptı, “Bütün hepsi.” Yutkundum.

“Anladım... Sana bu binadaki her daireyi aldıran bir işi sevmiyorsun yani, öyle mi?” Anahtarımla dairenin kapısını açtım ve birlikte içeri girdik.

“Yanlış anladın,” diye mırıldandı Efe, “Bu bina çok uzun yıllardır ailemin. Tek çocuk olduğum için kira işleriyle uğraşayım diye babam yıllar önce binadaki her daireyi benim üzerime aldı. Bu binanın benim kazancımla hiçbir ilgisi yok. Bu arada tam şurada duruyor.”

“Ne tam şurada duruyor?” diye sordum hipnoz olmuş gibi onu izlediğim sırada.

“Diyafon.”

“Ne diyafonu?” Efe sorduğum soruya anlam vermeye çalışarak kaşlarını çattı ve sonra çarpık bir gülüşle yüzüme baktı.

“İyi misin sen? Biraz solgun görünüyorsun.”

“Ha, diyafon! Ah, burada mıymış? Nasıl göremedim acaba! Çok teşekkür ederim... İyiyim, sadece taşınma işlerinin yorgunluğu yüzünden ayakta uyuyor gibiyim. Bu arada çok memnun oldum Efe. Yani... Memnun oldum Oturma Odasındaki Çocuk.”

“Ben de memnun oldum Şey... İsmin neydi?” İsmimi unuttuğuna inandınız mı? Şahsen ben inanmadım.

“Müge.” diye mırıldandım. Sessizce güldü.

“Memnun oldum Mine.” diye düzeltti beni, ismimi unutmadığını biliyordum, “Bu arada evin güzel olmuş. Umarım güle güle oturursunuz.”

“Oturursunuz derken?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

“Sen ve eşin, ya da erkek arkadaşın.” Bu da neydi şimdi? Efe Duran benim hayatımda biri olup olmadığını mı öğrenmeye çalışıyordu?

“Ben tek yaşıyorum.” diye kaçamak bir cevap verdim. Bakalım şimdi ne diyecekti.

“Anladım. Ayrı ayrı yaşamayı tercih ediyorsunuz yani.” dedi ve ekledi, “Erkek arkadaşınla...”

Size bir şey söyleyeyim mi? Bu çocuk gerçekten de benim hayatımda biri olup olmadığını öğrenmeye çalışıyor galiba! Şaka gibi. Bir insan neden bana ilgi gösterir? Çok saçma değil mi?

“Genel olarak yaşamayı tercih etmiyoruz.” diye mırıldandım, “Birlikte veya ayrı ayrı... Çünkü kendisi yok.”

“Yok derken? Yurtdışında mı?” diye sordu garip bir ciddiyetle.

“Yok. Fiziksel olarak yok. Henüz var olmuş değil.”

“Anladım.” dedi derin bir iç çekerek, “Ben daireme döneyim. Tekrar memnun oldum, bir şikayetin olursa bana buradan ulaşabilirsin. Üzerinde numaram yazıyor.” Efe bana bir ev sahibi kartı uzatıp kapıya yönelince başımı sallayarak onu dışarıya kadar geçirdim.

“Teşekkür ederim ve kusura bakma lütfen, diyafonu görmemişim.”

“Önemli değil, tanışmış olduk. Bu arada, ne işle uğraşıyordun?”

“Ben grafik tasarımcıyım. O sebeple genelde evden çalışıyorum.” diye yalan söyledim ama evden çalıştığım kısmı doğruydu, o yalan sayılmazdı!

“Güzel meslek. Grafik tasarımcıların evden çıkamadıkları için pek arkadaşı da olmaz, değil mi? Genelde asosyal olurlar diye biliyorum.”

“Aynen öyle. Pek arkadaşım yok. Aslında bakarsan, hiç yok...” diye mırıldandım ve gülümsedim.

“Belki şaşıracaksın Yeni Kız ama benim de hiç arkadaşım yok. Takma kafana... Bana yazarsan numaranı kaydedeyim, aksi takdirde numaranı kaydetmediğim bir zaman ararsan açmayabilirim. Görüşmek üzere.”

“Tamamdır, yazıyorum. Görüşmek üzere.”

Kapıyı kapatıp birkaç dakika koridorda öylece durdum ve az önce yaşananları düşündüm. Efe Duran bana dünyada en sevmediğim argo deyişlerden biriyle “yürümüş müydü?” Belki de sadece dairede kaç kişinin yaşayacağını öğrenmeye çalışıyordu, sonuçta dairenin sahibi oydu ve bunu bilmek onun hakkıydı. Eğer benimle ilgilenmiş olsaydı ve o amaçla soruyor olsaydı hayatımda kimsenin olmadığını öğrenince benimle daha fazla ilgilenirdi, öyle değil mi? Üstelik bana hiç arkadaşı olmadığını söylemişti, peki videosunu internete koyan arkadaşlar hikayesi de neydi? Her şeyden öte birlikte müzik yaptığı baterist ve gitarist arkadaşlarını birer arkadaş olarak görmüyor muydu? Onu irdelemeyi, ağzından her şeyi duymayı ve tüm hayatını öğrenmeyi deli gibi istiyordum. Derin bir iç çekip telefonumu elime aldım ve Efe’nin numarasını kaydettim. Sonra ona kısa bir mesaj yazdım.

“Kime : Efe DURAN”

“Merhaba, ben yeni kiracın Mine. Numaranı kaydettim, herhangi bir sıkıntıda sen de bana buradan yazabilirsin. İyi günler.”

“Tamam Mine, iyi günler.”

Sonra telefonumu masaya bıraktım. Mutfağa geçip kendime bir kase salata yaptım ve Yeşil Küpeli Kız’a gelen mesajları yanıtlamaya başladım. Saatler boyunca yüzlerce mesaj yanıtladıktan ve sayfada üç yeni haber paylaştıktan sonra kendime bir yeşil çay yapıp balkona çıktım. Elimde yeşil çayımla gün batımını izlemeye koyulduğumda binanın bahçesinde duran lüks bir arabayı gördüm. Kendimi biraz geri çekip aşağıyı izlemeye koyulduğumda arabadan inen üç kişiyi de tanıdığımı fark ettim. Bunlar Efe’nin iki bas gitaristi Kerem, Melih ve bateristi Berkay’dı. Enstrümanlarıyla birlikte arabadan inip binaya girdiklerinde derin bir nefes alarak elimdeki çay bardağını masaya bırakıp masaya çıkardığım not defterime bugün öğrendiğim bilgileri not etmeye başladım.

“EFE DURAN HAKKINDA ÖĞRENDİKLERİM” Önce kocaman harflerle böyle bir giriş sayfası oluşturdum. Sonra sırayla yazmaya başladım.

-Gözleri hiçbir videoda net görünmese de sarıya dönük bir yeşil tona sahip.
-Boyu 1.82 civarlarında.
-Ünlü olmayı sevmiyor.
-Aileden gelen ufak çaplı bir servete sahip.
-Mütevazi yaşamayı tercih ediyor.
-Şarkı provalarını Efe’nin evinde yapıyorlar.
-Garip bir şekilde hiçbir arkadaşı olmadığını söylüyor.
-Ve bana yürüyor. Ya da ben öyle sanıyorum.

Son maddenin üzerini çizdim ve defteri kapatıp çayıma odaklandım. Gözlerimi kapatıp gün batımıyla beraber yeşil çayımın keyfini çıkardığım sırada üst katın açık pencerelerinden müzik sesi gelmeye başlamıştı bile. Garip bir huzurla balkonumdaki koltuğa kıvrılıp gözlerimi kapattım. Yukarıdan gelen enstrüman sesi Efe’nin sesiyle karışınca tam bir işitsel şölen yaşadığımı hissettim. Yeni bir şarkı yapıyor olmalıydı çünkü bu sözleri ilk defa duyuyordum.

“Sen gelsen bana,
Ben gelemezken.
Sarsan beni,
Ben saramazken.
Ve güneş batar,
ay doğarken...”

Efe’nin sesindeki garip hüzün bana hiç de hoşnut olduğu bir hayatı yaşamadığını anlatıyordu sanki. Ses tonunda çözülmeyi bekleyen bin tane gizem vardı. Ses tonunda bas bas bağıran bir yalnızlık ve kimsesizlik vardı, ses tonunda öyle büyük bir hüzün vardı ki sanki ona şarkıları böyle güzel söyleten de bu hüznün ta kendisiydi. Sözler o kadar güzeldi ve şarkı o kadar etkileyiciydi ki farkında bile olmadan uyuyakalmıştım. Balkonda uyuduğum birkaç saatin sonunda kapının çalmasıyla gözlerimi araladım. Korkuyla yerimden sıçrayıp kapıya doğru ilerledim. Üzerimi düzeltip kapının deliğinden baktığımda karşımda Efe’yi gördüm. Buraya gelmişti, neden? Kapıyı açıp ona şaşkın gözlerle baktım.

“Merhaba.” diye mırıldandım, “Bir sorun mu var?” Başını salladı.

“Balkondan bakarken senin burada, balkonda uyuduğunu gördüm. Hava durumuna göre birazdan yağmur başlayacak, gelip seni uyarmak istedim.”

“Öyle mi? Şey... Teşekkür ederim. Uyuyakalmışım. Özür dilerim.” Özür dilemek mi? Bu da nereden çıktı şimdi? Kim balkonda uyuyakaldığı için üst kat komşusundan özür diler ki? Efe bir deliyle konuşuyormuş gibi gülmeye başladı.

“Sorun değil, bir daha olmasın.” diye dalga geçti ve derin bir nefes aldı, “O zaman ben daireme döneyim. Sana da iyi uykular.”

“Teşekkür ederim, sana da iyi uykular. Uyuyacak mısın bilmiyorum ama...”

“Yeni bir şarkı besteliyorum. Sözlerini tamamladığımda uyuyacağım.”

“Öyle mi? Dinlemek için sabırsızlandım şimdi. Eminim ki güzeldir.” Öylesine söylediğim bir cümle Efe’nin dikkatini çekti. Bana tek kaşı havada bir şekilde bakarken yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi sorguladım.

“Gelmek ister misin?” diye mırıldandı bir anda.

“Nereye?” diye sordum anlam vermeye çalışarak.

“Evime. Yeni bestemi dinlemeye...” Sonra kibarca ekledi, “Yanlış anlama, sadece sabırsızlanıyorum dediğin için böyle bir şey söyledim. Asla farklı bir sebebi yok. Hayır dersen anlarım.”

O an beklediğim fırsatın böylesine bir hızla ayağıma geldiğine inanamadığım bir andı. Efe Duran burada karşımdaydı ve bana yeni bestesini herkesten önce dinlemem için evine gitmemi teklif ediyordu. Gözlerinde gerçekten ama gerçekten farklı hiçbir amacın veya sebebin emaresi yoktu. Aksine, gerçekten de birine yeni yaptığı besteyi dinletmek isteyen bir sanatçının heyecanından başka hiçbir şey göremiyordum. Garip bir cesaretle başımı salladım.

“Olur.” diye mırıldandım.

“Sen kafayı yemişsin! Çocuğun evine mi gideceksin!” dedi İç Ses. Onu dinlemedim, biliyordum ki bu adım beni hedefime götürecek ilk ve en zor adımdı. Ve ben o adımı attım.